ÜRETENLER AÇ SERMAYEDARLAR İSE LÜKS VE ŞATAFAT İÇİNDE

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yalan, dolan, çarpıtma ve manipülasyon üretme merkezleri burjuva medya tekeline rağmen toplumsal gerçekler gizlenemiyor. Savaş medyası egemen sınıf refleksi ile AKP hükümeti, ebedi liderleri RTE ve en önemlisi de devlete hakim bürokrasi ile tam uyum içinde Türkiye ve K. Kürdistan proletaryası, tüm emekçi halklarımızı aldatma görevini yerine getirmektedir. İşçiler, emekçi köylüler, küçük esnaflar, çeşitli mesleklerden çalışanlar, küçük üreticiler, sağlık ve eğitim emekçileri her geçen gün zorlaşan yaşam şartları karşısında per ü perişan olsalar da gerici, faşist AKP hükümetine ve onun emrindeki basına göre her şey yolundadır. Onlara göre iktisadi kriz dış güçlerin işidir. Dünya gerçekliğinden uzaklaşarak öbür dünyadan mutluluk ve bolluk vaat eden İslamiyet’in ruhani dünyasında kaybolmuş, bilinci uyuşmuş kitlelere şırınga edilen milliyetçilik zehriyle AKP+MHP ve diğer girici kesimlerin etkisinden kurtulamayan belli bir kesimin yalan üzerine oturtulmuş bu egemen sınıf siyasetine inanmaları gözden kaçırılmaması gereken bir olgudur. Lakin her şeye rağmen hükmedilemeyen nesnel koşullar yoksul ile zengin, sömürülen ile sömüren, üretim araçları mülkiyetine sahip olanlar ile üretim araçlarına sahip olmayanlar, yarı aç yarı tok olanlar ile şatafat ve lüks içinde yaşayanlar arasındaki uzlaşmaz zıtlığı yüzeye çıkarmakta, çok daha görünür kılmaktadır.

Türkiye ve K. Kürdistan’da olgu şudur: Emeğiyle geçinen çalışan milyonlar yoksullaşırken sermayedarlar zenginleşiyor.

Veriler toplumun yüzde altmışının yoksul olduğunu göstermektedir. Öte yandan bankalarda hesapları olan milyonerlerin sayısı artmakta, sayıları elliyi geçmeyen milyar dolarlık şahıslar – sermayedarlar – ise iktisadi yapıya hükmetmektedirler. Zenginliğin küçük bir azınlığa, yokluk ve yoksulluğun toplumun büyük kısmını oluşturan çoğunluğa yığıldığı tüm çağdaş toplumlarda görülen olgu Türkiye ve K. Kürdistan’da da kendisini tekrar etmektedir.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) raporundan derlenen verilere göre yurt içinde ve dışında hesabında 1 milyon lira ve üzeri parası olan mudi sayısı 2018’in dokuz ayında 48 bin 245 artarak 187 bin 225’e ulaştı. Milyonerlerin bankalardaki toplam mevduatı ise 1 trilyon 194 milyar liraya vardı. 2013 yılında milyonerler yaklaşık olarak 485 milyar lirayı kontrol ediyordu, toplam sayıları ise neredeyse 2018’deki milyonerlerin üçte biri oranında 70 bin 498 kişi ile sınırlıydı. Ücretli emek değeri yerinden oynamazken, yükselen enflasyon karşısında yarı yarıya eriyorken milyonerlerin hem sayısı hem hesaplarındaki meblağ büyümüştür. Toplumun emekçi yığınları açlığa mahkum edilmeksizin bir azınlığın mülkiyetinde zenginlik birikemez. Türkiye’de yoksulluk derin ve genişse o halde sömürü ağır, azami kâr, rant ve faizle lüks içinde yaşayan sınıf dar ve elit bir kesimdir.

2018 yılında Türk lirası dolar karşısında yüzde 50’ye yakın değer kaybetti. Üretimde dışa bağımlı ekonomide değer kaybı oranında maliyet artışı anlamına geliyor. Buda ücretleri aynı kalan işçilerin, emekçi köylülerin maaşlıların fırlayan meta fiyatları karşısında alım güçlerinin düşmesi, yaşam şartlarının çok daha kötüleşmesini ifade eder. Milyonerler ise yükselen faiz ve ranttan vurgunu vurmak için hiçbir fırsatı kaçırmazlar. İşçi ev kirasını, elektrik, gaz parasını, öğrencinin harçlık ve masrafları, gıda ihtiyacının nasıl karşılanacağını düşünüp dururken, milyonerler ise hangisinden daha fazla sızdıracağını düşünerek parasını faize, tahvil, poliçe, gayrimenkule mi yatırma üzerine hesap yapar.

Merkez Bankası faiz artırımını sürdürüyor, sermayedarlar, spekülatörler gayet memnun. Yüzde 24’ün üzerine çıkan faizden asalak milyonerlerin bankaların büyük kazandıklarını açıklanan rakamlar göstermektedir. Faiz karşıtı demeçlerle kitlelerin bilincine oynayan Erdoğan’ın kendisi de faizden beslendiği için gayet memnundur. Erdoğan ailesi artık Türkiye’nin en zengin aileleri arasındadır. 17-25 Aralık dosyası hükümet çarkında dönen yolsuzluğun sadece buzdağının görünen ucuydu.

Milliyetçi nutuklarla halktan paralarını dövizden çevrilmesini isteyen Erdoğan’ın krizi ideolojik, siyasi fırsata dönüştürerek İslamiyetin kader ve şükür sarmalında itaate koşulmuş kitlelere iktisadi zorluklara katlanmayı önermektedir. Oysa faize, ranta kayan aşırı sermaye birikimi sayıları belli olan azınlık milyonerlerin mülkiyetindedir. Erdoğan ve AKP’li birçok elitte bu milyonerlerin içindedir. Yüzde 60’ı yoksul olan halkın cüzdanında dövizden çevrilecek parası yok ama sermaye birikimini faize yatıran milyonerlerin mevduatlarının çoğunluğu döviz hesabındadır.

Yılar /   Mudi Sayısı /   Milyonerlerin Toplam Mevduatı (Milyon TL)

2012 /   54.461       /  373.384

2013 /   70.498       /  484.901

2014 /   81.398       /  553.544

2015 /   98.497       /  649.994

2016 / 115.896       /  775.142

2017 / 138.980       /  909.979

2018 / 187.225       / 1.194.425

Artı-değer işçi sınıfının ödenmeyen emeğidir. Çalışan sınıfların emeğiyle yaratılan Türkiye ve K. Kürdistan’ın artı emeğine sayısı 200 bini bulmayan bu asalak sınıf el koymaktadır. Elini kolunu kaldırmadan faizle kasalarına para taşımaktadırlar. Vahşi bir sömürü olmaksızın yüzde 35’leri bulan faizlerin ödendiği bir mali ortam olabilir mi?. Elbette olamaz. AKP’nin son 16 yılda emperyalist finans baronlarına 160 milyar dolar civarında faiz ödemesi yapmıştır. Paranın fiyatı olan faizi devlet yüzde 95’i emekçi halktan toplanan dolaylı vergiler ve ücretlerden yapılan kesintilerden toplanan para ile ödenmektedir. AKP bu anlamda tekelci finans-kapitalin işbirlikçisi en sadık hükümetidir ve devrimci proletaryanın düşmanıdır.

Faizle beslenenler krizi fırsata dönüştürmüşlerdir. Rantçı asalaklar büyürken 1.600 TL asgari ücretle çalışan işçinin net ücretinde 400 TL civarında kesinti yapılmaktadır. Tüketilen gıda ve kullanılan her araç, gereç, giyim, vd. vergiler alınmaktadır. Vergilerin bir kısmı asalak, rantiyeci milyonerlere faiz parası olarak ödenmektedir.

Öte yandan emekliler ay sonunu nasıl getireceğini kara kara düşünmektedir. Parasızlıktan öğrenciler okuyamamaktadır. DİSK Genel İş Sendikasının araştırmasına göre Türkiye’de 2 milyon çocuk işçi vardır. Okulda olması gereken çocukların sömürü çarkında yaşamları kararıyor. Borç çevriminin yapılabilmesi için halkın sırtına yeni vergiler ekleniyor. Rantçı devlet burjuvaziye yeni yeni teşvik paketleri açıklamayı da hiç ihmal etmiyor. Devletin bankaların yardımına koşacağına dair AKP’li yetkililerin ardı sıra açıklamaları devletin sermayenin devleti olduğunu da gösteriyor. Bankalar ise 2017’ye göre 2018’de kârlarının yüzde otuz beş artığını açıklıyor. Tepeden tırnağa adaletsiz, eşitsiz ve sömürücü bu sistem çürümüştür.

Milyonerler cephesinden durum belli iken işçi sınıfının cephesinden durum oldukça ağır. Dizginsiz ve zalimane sömürü hırsıyla işçiler ölüyor. Sadece 2018’in ilk 10 ayında en az 1640 işçi sömürü çarkında katledildi. 2017 yılında 2006 işçi ‘’iş kazaları’’ adı altında öldürüldü. Bunlar kapitalizmin cinayetleri olarak görülmeli. Sadece Ekim ayında 2 çocuk, 14 mülteci/göçmen; 7 Suriyeli, 3 Afganistanlı, 2 Iraklı, 1 Türkmen ve 1’i Zimbabveli olmak üzere 157 işçi yaşamını kaybetti. Sermayenin cinayetine uğrayan bu işçilerin 147’si erkek, 10’u ise kadındı. (Veriler İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİS)den derlenmiştir)

Ölen işçilerin yüzde 98’i ise hiçbir sendikaya kayıtlı değildi. Buda işçi sınıfının örgütsüzlüğünü gösteren en acı verici gerçektir.

İşçilerin ücretinden kesintilerle oluşturulan İşsizlik Fonu ise payın yüzde 55’ini işverenlere teşvik ve kredi olarak harcanıyorken 2018’de İşsizlik Fonu’ndan işsizlere ayrılan pay sadece yüzde 13 civarındadır. İşsizlik Fonu’ndan işverenlere sermaye aktarımı yapılmaktadır.

Koşulların iyileştirilmesi için işverenlerden talepte bulunan, ağır ve insanlık dışı çalışma koşullarının dayatılmasını protesto eden 3. Havalimanı işçilerinin 35’i hapishaneye konuldu, yüzlercesine ise ağır ceza davası açılmıştır. İşçilerin karşısında işverenleri koruduğu apaçık olan devletin faşist niteliğini daha da görünür kılan gelişmelere devrimci tavırla yanıt olunması ancak sınıf bilincinin çalışanlar arasında somut pratiğe dönüşmesiyle olanaklıdır.

Geçici önlemler, çeşitli düzeyde iyileştirmeler ne iktisadi ne de siyasi açıdan çelişmeleri halkın menfaati doğrultusunda çözemez. İktisadi krizin yükünün halkın sırtına yüklenmesi sömürücü sistemin niteliğinin ifadesidir. Türkiye ve K. Kürdistan halkları bir avuç milyonerden çok daha güçlüdür. Kendi çözümünü üretmek dışında başka yolu olmayan proletarya sadece iktisadi iyileştirmelerle yetinemez. Toplumsal özgürlük ve sömürünün ortadan kaldırılması amacıyla sınıf mücadelesini sonuna kadar sürdürmek zorundadır. Uzlaşmacı, yetinmeci değil, çözümde devrimci olmak proletaryanın sınıf niteliğidir. Tarihi görevi bakımından işçi sınıfı sadaka değil, iktidarı fethetme isteğine sahip olacağı nesnel koşullar her yerde güçleniyor. İşçiler, emekçi köylüler, öğrenciler, aydınlar, küçük üreticiler birleşerek, örgütlenerek devrimci çözümleri maddi güce dönüştürme yeteneğine sahiptir. Emekçinin çelikten yumruğunu milyonerlerin kafasına indirme zamanıdır. Bunun için işçinin, emekçi köylü ve tüm halk kitleleri öz örgütü olan proletaryanın komünist partisinde gücünü birleştirmeli; ancak bu şekilde amansız bir sınıf savaşımının biricik devrimci gücü olduğunu eylemiyle gösterebilir.

Krizin faturasını ödemeyeceğiz diyen işçi ve köylüler mutlaka bir gün milyonerlerin saltanatını yıkacağız da diyecek!

Yorumlar kapalı.