Türkiye ve Kürdistan devrim mücadelesi, sermaye sınıfına ve onun sömürü aygıtı olan devlete karşı verilen bir kurtuluş savaşıdır. Ancak devrimci hareket, hem teorik hem de pratik açıdan kendini yenilemekte yetersiz kalmış, dar grup çatışmalarına hapsolarak geniş kitlelerle bağ kuramamıştır. Daha da önemlisi, devrimci hareket temelde sistemden köklü bir kopuş gerçekleştirememiş, radikal bir ayrışma yaşayamadığı için örgütler sürekli tasfiye edilmekte ve iç çelişkilerle boğuşmaktadır. Günümüzde ise düzen içi “demokrasi” söylemi benimsenerek yön reformist alana kaydırılmış, bu durum doğal olarak tasfiyeleri ve bölünmeleri beraberinde getirmiştir.
Sermaye sınıfı, tarihsel olarak örgütlü ve sistematik bir şekilde hareket ederken devlet aygıtını, siyasi partileri ve dini manipülasyon araçlarını kullanarak emekçi sınıfları kontrol altında tutmuştur. Özellikle dini söylemlerle kitlelerin sınıf bilincinden uzaklaştırılması, devrimci mücadelenin önündeki ciddi engellerden biridir. Bu sistemde işçiler, kadınlar, gençler ve yoksul kesimler geleceksizleştirilmiş, çözümü reformist siyasetlerde ve devleti meşrulaştıran aktörlerde aramaya yönlendirilmişlerdir. Oysa sermaye, sömürü düzenini modern yöntemlerle sürekli yeniden üretmektedir. Bugün burjuvazi, toplumsal eşitsizliği derinleştirerek orta sınıfı eritmekte ve yoksulluğu katmerleştirmektedir.
Devrimci hareketin yaşadığı en büyük sorunlardan biri de örgütsel zaaflardır. Gitgide daha görünür hâle gelen yapıların, aslında gizlilik esasına dayanması gerekirken devrimci disiplin ve anlayıştaki gerilemeler nedeniyle devlet bunu kendi lehine kullanmış ve baskılarını artırmıştır. Geriye kalan yapılar ise bundan ders çıkarmak yerine düzen içine yedeklenmekten başka bir çözüm üretememiştir. Bu durum, devrimci mücadelenin etkisini zayıflatmakta ve sermayenin tahakkümünü kolaylaştırmaktadır.
Kitlelerin karşısındaki bu asalak sınıf, “böl, yönet, cahil bırak” stratejisiyle toplumu parçalayarak her türlü direnişi bastırmaktadır. Tarih, bu tür sömürü düzenlerinin isyanlarla yıkıldığını göstermiştir. Ancak isyanların başarıya ulaşması için örgütlü bir devrimci irade gereklidir. Devrimciler, militarist eğilimlerle sınırlı kalmak yerine kitleleri devrimci pratikle buluşturacak bir örgütlenme modeli geliştirmelidir. Devlet, toplumun tüm hücrelerine nüfuz etmiş durumdadır. Bu nedenle ona karşı mücadele, net ve radikal bir tavır gerektirir. Ya sermayenin tahakkümüne son verilecek ya da onun kölesi olunacaktır. Üçüncü bir seçenek yoktur.
Burjuvazi, “Değişim seçimle olur” yalanını pompalayarak sistemi meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Oysa gerçek kurtuluş, üretim araçlarının sermayenin elinden alınıp emekçilerin kontrolüne geçmesiyle mümkündür. Fabrikalar, topraklar ve üretim araçları, işçi kooperatifleri ve kolektif, öz yönetimler tarafından yönetilmelidir. Bu hedefe ulaşmak için devrimciler, yerel direniş odakları oluşturmalı, alternatif üretim modellerini hayata geçirmeli ve kitleleri bu mücadeleye dahil etmelidir. Devletin baskı aygıtlarına karşı mücadelenin yanı sıra asıl hedef olan sermaye sınıfının kendisine yönelik örgütlü bir devrimci strateji geliştirilmelidir.
Sermaye, toplumu etnik, dini ve kültürel kimlikler üzerinden bölerek sınıf bilincini zayıflatmaktadır. Oysa emekçiler için asıl ayrım, sömürenlerle sömürülenler arasındadır. Kimlikler ve kültürel farklılıklar bir zenginliktir ancak bunlar sınıf mücadelesinin önüne geçmemelidir. Devrimci örgüt, toplumsal ayrışmayı derinleştiren her türlü gerici söyleme karşı mücadele ederek işçi sınıfının birliğini sağlamalıdır. Bunun yolu, en bilinçli devrimcilerin öncülüğünde anti-kapitalist bir perspektifle hareket etmekten geçer.
Bugün karşı karşıya olduğumuz seçim nettir: Ya sermayenin acımasız sömürü düzenine son vereceğiz ya da onun kölesi olarak yok oluşa sürükleneceğiz. Devrimciler, kitlelere öncülük ederek gerçek kurtuluşun sosyalizmde olduğunu göstermelidir. Unutulmamalıdır ki tarih ya devrimcilerin eseri olacaktır ya da sermayenin mezarlığı. Devrimci hareket, bu gerçeği göz ardı ederek reformist yollara sapmamalı, sistemle köklü bir hesaplaşmaya hazırlanmalıdır. Aksi takdirde devrimci iddialar sadece retorikten ibaret kalacak ve sermayenin tahakkümü karşısında bir alternatif oluşturulamayacaktır.
Çağdaş Can
Bu yazı ilk olarak Öncü Partizan‘da yayımlanmıştır