Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırmasıyla başlayan süreç hâlen devam ediyor. Süreç dediğimiz elbette sadece Filistin’le sınırlı değildir. Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen, İran ve genel olarak Orta Doğu’nun genelini; ABD-İsrail ilişkisinin, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist devletlerin çıkarları temelinde dizayn etmektir. Bu süre zarfında birçok gelişme yaşandı. İsrail Gazze’ye saldırıp on binlerce insanı katletti. Başta ABD olmak üzere Almanya, İngiltere, Fransa gibi emperyalist devletlerin desteğiyle taş üstünde taş bırakmadı. Hamas Lideri İsmail Haniye İran’da öldürüldü. Hamas’ın zayıflamasıyla gözünü Lübnan’a dikti İsrail. Çağrı cihazlarının patlatılmasıyla birlikte birçok Hizbullah üyesi öldürüldü, yaralandı. İçlerinde Hasan Nasrallah’ın da olduğu Hizbullah’ın önderlik kademesi imha edildi. Hava saldırısı ve işgal ile Lübnan’da binlerce insan katledildi, yerinden edildi. Lübnan’la İsrail arasında varılan anlaşmadan hemen sonra Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) yuvalandığı, beslendiği İdlip’ten harekete geçti ve kısa zamanda güçlü bir direnişle karşılaşmadan Şam’ı ele geçirdi. Türkiye güdümlü Suriye Milli Ordusu (SMO) çeteleri de yönünü Rojava’ya çevirdi. Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) geri çekilmesi ile Tel Fırat ve Minbic’i aldılar.
Şam’ın ele geçirilmesi ve Esad’ın Rusya’ya sığınması çok kısa bir zaman diliminde oldu ve elbette bunun nedenleri var. HTŞ’ye dizilen övgüler yaratılmak istenen olumlu imaj gırla gitti. ABD, İngiltere, AB üyesi ülkeler Türkiye gibi devletler terörist olarak gördükleri HTŞ’ye güzellemeler yapıp ilişki geliştirdiler. Bu devletlerin gerici örgütlerle ilişkisinin doğrudan ve dolaylı olduğu sır olmasa da çıkarları temelinde dün kara dediklerine ak dedikleri bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Suriye’deki gelişmelerin yönü nasıl olur? Bunu elbette zaman gösterecektir. Ama emperyalizmin dünyada ve özelde de Orta Doğu’daki çıkar çatışmasının kanlı olacağı açıktır. HTŞ’nin, Lübnan ile İsrail anlaşmasından hemen sonra harekete geçmesi elbette bu gerici örgütün öngörüsüyle açıklanamaz. İngiltere’nin drone, SİHA gibi askeri silahlarla donattığı, Ukraynalı askerlerin ise eğitim verdiği ve benzeri destekleri basına yansımıştı. Bu gerici besleme örgütün ipinin tutulduğu ve salındığı, gelişmeler itibarıyla görülmektedir. Keza Türkiye’nin başta SMO olmak üzere bu gerici örgütlere her türlü kolaylık sağlayarak desteklediği biliniyor. İsrail’in Filistin halkını katletmesi üzerinden yaygara koparan Türkiye’nin, İsrail ile milyar dolarlık ticaret yaptığı biliniyor. Çelik telden çimentoya, silah parçalarına kadar birçok kalemde malzeme temin eden Türk devletinin iki yüzlü siyaseti birçok kez deşifre oldu. Bunu protesto edenlerin gözaltına alınıp baskıya maruz kalmaları da işin diğer yönüdür.
HTŞ’nin yönetimi ele geçirilmesi ile Suriye’de yeni bir süreç başladı. Bu sürecin politik etkileri elbette Orta Doğu’daki gelişmeleri birebir etkileyecektir. İş birlikçi-gerici HTŞ yönetiminin varlığı, ABD ve İsrail için işleri daha da kolaylaştıracağa benziyor. Esad’ın yönetimden düşmesi ile İran’ın Suriye’deki etkisi kırıldı. Lübnan Hizbullah’ıyla pratik olarak ilişkileri koptu ya da sınırlandı. Bu durum İsrail’i rahatlatmakla birlikte İran’a yönelik tehditler de artacaktır. Rusya’nın sıçrama tahtası olarak kullandığı Suriye’deki gücü, Lazkiye ve Tartus’taki üstlerine daraldı. İleride nasıl şekilleneceği ise şimdilik belirsiz. Eski politik-askeri gücüne kavuşabilecek mi bilinmez ama Suriye ve Rojava’daki siyasi etki gücü geriledi. Suriye’de Rojava’daki çelişmelerden faydalanıp etkisini artırma olasılığı biraz da Ukrayna’daki gelişmelere bağlıdır. Keza Ukrayna işgali ile başlayan çatışmalar Rusya’ya da yayılmıştı. ABD’den, İngiltere’den uzun menzilli füze kullanma izni alan Ukrayna, füzeleri ateşlemeden geri durmadı. NATO’nun komşularına askeri yığınak yapması gerçekliği de düşünüldüğünde Rusya’nın gücünü buraya yoğunlaştırması kendisi açısından gerekliydi. Kuzey Kore’den asker temin etmesi hem sıkıştığını hem de ittifak arayışlarının göstergesidir. Suriye’ye yoğunlaşmama durumu olsa da -ve bunun Esad’ın düşmesinde etkisi büyüktür- her emperyalist devlet gibi Rusya, yayılmacı emperyalistlerden geri durmayacaktır.
Suriye’deki yeni durum, Filistin’i iyice yalnızlaştırıp daha da zayıflattı. Lübnan’ın durumu Filistin’le bire bir aynı değildir. Ama İsrail’in baskısını daha yoğun yaşayacaktır. Siyonist İsrail devletinin siyasetini yaşama geçirmesi için daha geniş bir alan açılmıştır ki boşluktan yararlanan İsrail, güvenliğini bahane ederek Suriye’de işgal harekatına hız verdi. Golan Tepelerinde nüfuzunu artırmak isterken Suriye-Lübnan sınır hattı boyunca işgali genişletiyor. Keza Suriye’nin güneyindeki Dürzilerin yaşadığı alanlar da işgal tehlikesi altındadır. İsrail, HTŞ’nin harekete geçip Şam’ı ele geçirmesi ile Suriye’nin askeri üstlerine ve silah depolarına, donanmasına, ekonomik altyapısına saldırdı. Teknik altyapısını imha ederek denetimini sağlamlaştırmak istemektedir. İsrail’in güvenliği başta ABD olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa gibi emperyalist devletler için de önem taşıyor. Keza Orta Doğu’yu dizayn etme aracı ve koçbaşı olarak kullanılmaktadır İsrail. İran’ı dize getirme siyaseti daha bir öne çıkarken İsrail için güvenlik çemberi oluşturmak ABD için önemlidir. Çin’e yönelik askeri hazırlık, siyasi mevzuların yoğunlaşma gerçekliği çatışmalı durumu körüklüyor. Emperyalist devletlerin paylaşım mücadelesi yoğunlaşmış ve de hızlanmış durumdadır.
Ama Suriye’deki parçalı ve çelişkili yapı, bölge devletlerinin gerici emelleri, emperyalist devletlerin çıkar çatışması gerçekliği mevcut. Rojava’daki SDG yönetiminin Türk devletini çileden çıkardığı sır değildir. Kürdistan’ın dört parçasındaki her Kürt kazanımına saldıran devletin kininin elbette tarihsel, politik geçmişi vardır. Komprador Türk burjuvazisinin çıkarları Rojava’nın statü elde etmesinin önünde en büyük engeldir. Rojava’nın Akdeniz’e uzanan toprak bütünlüğünü gerçekleştirmesi durumunda Türk burjuvazisinin ekonomik, siyasi yapısı altüst olur. Dolayısıyla çıkarının tehlikeye düştüğünü gören Türk devleti Rojava’ya saldırmaktan geri durmuyor, durmayacaktır. Besleyip büyüttüğü SMO çetelerini saldırtması Türk burjuvazisinin çıkar çatışmasını yansıtır ki Rojava’nın statü elde etmesi durumunda bile Türk devletinin saldırganlığı sona ermeyecektir. Kürt ulusunun kazanımlarını törpüleme, geriletme isteği Türk devleti için temel önemdedir. Savaş tamtamlarıyla, işgalci hevesler ile devletin yoğunlaştırılmış şoven siyaset izlemesi boşuna değildir. Rojava’daki açık saldırganlığı orta yerde duruyorken adına Kürt sorunu bile demedikleri bir siyasetle “i̇çte birlik” tesis etmeye çalışıyorlar. “İç cephe” denilen şeyin şovenizmi körükleme olgusu olduğu açıktır. Rojava’daki Kürt kazanımlarına saldırırken geniş yığınları arkalarına dizmeye çalışmaktalar. Türk devletinin bu siyasetine karşı çıkmak, şovenizmle mücadele yürütmek temel önemdedir. Türk burjuvazisinin saldırganlığına karşı durma siyaseti özellikle Türkiye komünistlerinin, devrimcilerinin ve de demokratların görevidir. Bunun pratik adımı sınıf mücadelesini yükseltmek ve diğer yandan ise Kürt ulusunun Rojava’daki demokratik kazanımlarına sahip çıkmakla olur.
Rojava’daki demokratik ulusal kazanımların tehlikede olması sadece Türk devletinin varlığı ile açıklanamaz elbette. Rojava’nın ve Kürdistan’ın diğer parçalarının kendi kaderini tayin etme hakkının (KKTEH) elinden alınması başlı başına politik bir olgudur. Türk milliyetçiliği gibi Arap milliyetçiliğinin şovenizm temelindeki varlığı da Rojava için tehlikedir. HTŞ’nin gerici siyasi çizgisi makyajlanıp sunulsa da nafile. Suriye’de federatif yapıya karşı olduklarını açıklamaları şovenist Arap milliyetçiliğinin Esad sonrası da devam edeceğinin göstergesidir. Dürzilere, Alevilere, Hristiyan azınlıklara yönelik saldırganlık, i̇şçi ve emekçilerin haklarına yönelik hak gaspları, kadın haklarının gerici temelde şekilleneceğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Demokrasi mücadelesi, Suriye ve Rojava halklarının, azınlık milliyet ve inançların ortak sorunudur. IŞİD’e, Türk devletine karşı Rojava’da şekillenen mücadele hattı demokratik kazanımlar getirdi. Dolayısıyla Rojava’daki demokratik hakların korunarak Suriye’de ortak bir zemine oturtulması elzemdir. Demokratik zeminde gelişen her ilerici mücadele desteklenmelidir.
Kürdistan’ın ve Filistin’in kendi devletlerine kavuşamaması emperyalizmden bağımsız düşünülemez. Rojava’da ve Filistin’deki emperyalist saldırganlık aynı özden beslenir. Ezilen ulusların demokratik hakları gasp edilmekte, pazarlık masasına yatırılmaktadır. Dolayısıyla anti-emperyalist mücadelenin geliştirilmesi Türk, Kürt, Arap uluslarından halkların ortak sorunudur. Emperyalizme, şovenizme karşı mücadele görevdir. Enternasyonel görevler yüklenerek işçi ve emekçi sınıfların birliği sağlanmalıdır.
Dünya komünist ve devrimci hareketinin zayıflığı ezilen dünya halkları için en yıkıcı sorundur. Devrimci hareketin politik etki gücünün az olması emperyalist devletlerin, onların uşak devletlerin ve ortaya çıkan gerici örgütlerin rahatça at koşturmasını sağlıyor. Ezilen dünya halkları birleşmek yerine parçalanıyor, emperyalizme ve uşak gerici devletlere karşı sınıfsal temelde mücadele yürütmek yerine gücü heba oluyor. Kitleler o veya bu devletin veyahut gerici örgütlerin peşinden sürüklenmeye mecbur kalıyor. Dolayısıyla anti-emperyalist mücadele zayıf kalıyor, sınıf perspektifi ile ezilen sınıflar birleşemiyor. İşçi sınıfının politik öncü gücü tarihsel siyasi görevlerini yerine getirmelidir ki objektif koşullar bunun için uygundur.
20 Ocak 2025