Sosyal-emperyalizm pratikleri açısından SSCB-ÇHC kıyası [Kerem Yıldırım]

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Sosyal-yurtseverlik ve sosyal-emperyalizm, proletarya için emperyalizmin burjuva havarilerinden daha tehlikeli bir düşmandır; çünkü sosyalizm bayrağını kötüye kullanarak aydınlanmamış işçileri yanıltabilir. Sosyal-emperyalizme karşı acımasız mücadele, proletaryanın devrimci seferberliğinin ve Enternasyonal’in yeniden inşasının ilk koşulunu oluşturmaktadır.” (1)

Sosyal-emperyalizm kavramı ilk defa Lenin tarafından, I. Emperyalist Savaş’ın ikinci yılında, 5-8 Eylül tarihlerinde düzenlenen Zimmerwald Konferansı’nda dile getirildi. Engels’in deyimiyle Avrupa’nın burjuvalaşmış işçi sınıfı; I. Emperyalist Savaş sırasında II. Enternasyonal önderlerinin kendi emperyalist-burjuva devletlerini desteklemesiyle ideolojik-siyasal bir forma kavuşmuş oldu. (2)

Sosyal-emperyalizm ya da sosyal-şovenizm, Avrupa’nın burjuvalaşmış işçilerinin ideolojisi olarak enternasyonalist-komünist mücadeleye ve dünyanın bütün ezilenlerine ihanet ederek tarih sahnesine çıktı. (3) Sosyal-emperyalizm, görünüşte sosyalist gerçekte ise emperyalizmdir. Lenin’in de ifade ettiği üzere sosyal-emperyalizm emperyalizmin burjuva havarilerinden daha tehlikeli bir düşmandır.

Biz bu başlığımız altında sosyal-emperyalizm kavramını, Sovyetler Birliği (SB) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) pratiklerini kıyaslayarak Lenin’in tanımladığı dönemden çok daha kurumsallaşmış ve gelişmiş olan hâllerini ele alacağız. Daha da doğru ifade etmek gerekirse SB’de ve ÇHC’de sosyalizmin yenilgisiyle başlayan kapitalist restorasyonlarla yeni bir anlam kazanan sosyal-emperyalizm nosyonunu bütün boyutlarıyla değerlendirmeye çalışacağız. Biz bu değerlendirmeyi komünist siyasetin bağımsızlığı ve sınıf uzlaşmacılığına teslim olmaması açısından yaşamsal önemde buluyoruz. Çünkü bugün dünyanın en büyük emperyalist devletlerinden biri olan ÇHC, orak çekiçli kızıl bayrağı elinden bırakmıyor ve dünyanın yeniden paylaşımına, elinde kızıl bayrakla katılıyor. Hakikatin karmaşık gibi görünen bu hâli, sosyal- emperyalizm kavramını hem tarihsel hem de güncel olarak daha da önemli yapıyor.

***

1960’lardan 1980’lerin sonuna kadar sosyal- emperyalizm meselesi, ziyadesiyle ajitatif bir ortamda tartışılageldi. Bu nedenle Mao’nun önderliğindeki Çin Komünist Partisi (ÇKP) her ne kadar SB’yi doğru tahlil edip sosyal-emperyalizm belirlemesinde bulunsa da ÇKP’nin 1970’lerin ortalarında SB’yi en tehlikeli emperyalist olarak nitelemesi hem gerçek dışıydı hem de komünist hareketin revizyonizmi sağlıklı bir zeminde tartışmasını da engelleyen bir ortamın oluşmasına neden oldu. (4)  ÇKP’nin bu aşırı tavrı, bir hatayı temsil etse de dönemin asıl hakikati bu değil; SB’nin özellikle Kruşçev iktidarı sırasında fiilen girdiği, sonrasında ise 1965 İktisat Reformu’yla da resmiyet kazanan kapitalist yola sapmasıydı.

Biz bu başlığımız altında, SB’de girilen kapitalist yolun nasıl sosyalist görünümlü bir emperyalizme dönüştüğüne ilişkin somut veriler de sunacağız.

1965 İktisat Reformu, SB’deki devlet mülkiyetinin bürokratik sermayeye dönüşmesiydi. Reformla birlikte işletmeler, işletme müdürlerinin inisiyatifine bırakılırken işletmenin istihdamı da işletme müdürünün, yani yeni burjuvazinin inisiyatifine bırakıldı. Burada dikkat edilmesi gerekilen bir durum var: İşletme müdürüne kapitalist nitelik kazandıran şey, devlet mülkiyetini özel mülkiyetine çevirme özgürlüğünü yasal olarak kazanması değil; yasal olarak hâlâ devlet mülkiyeti olan devlet işletmelerini, yani üretim araçlarını özel çıkarı için kullanma özgürlüğüne kavuşmasıdır. Özetle, devleti yönetenler artık işçi sınıfı değil, partiye çöreklenen bürokratik burjuva sınıfıdır. Herhangi bir kapitalist ülkeyle sosyalist görünümlü kapitalist ülke arasındaki tek fark, birisinde kapitalist sömürü açık ve özel girişimciler eliyle yapılırken diğerinde örtülü ve devlet eliyle yapılmaktadır. İster özel ister bürokrat olsun, hem kapitalist hem de sosyal-kapitalist devlette, üretim araçlarına sahip olan sınıf burjuva sınıfıdır.

SB’deki bürokratları kapitalist sınıf yapan yalnızca yüksek maaşı ve ayrıcalıkları (konut, ev, tatil, alışveriş olanakları) değil, devlet mülkiyetini kişisel çıkarları doğrultusunda, bir sınıf olarak yönetme ve kullanma yetkisine sahip olmalarıdır. Yani SB’deki bürokratlar; üretim araçlarının sahibi olan, işçileri işten çıkarma hakkını elde etmiş devlet kapitalistleriydi.

Kruşçev’le başlayan işçi sınıfının ücret düzleminde parçalanması/rekabeti, sosyalist çiftliklerin ve sanayi işletmelerinin kapitalistleşme süreci; yeni burjuvazinin, iktidarı her yönüyle kuşattığı bir restorasyon süreciydi. 1965’te, Brejnev-Kosigin iktidarıyla SB tam teşekküllü bir bürokratik kapitalist ülke hâline geldi. SB’de sınıflar mücadelesindeki ekonomik görünüm böyleyken iç ve dış siyasette de yeni burjuvazi/bürokratik kapitalist sınıf kendini gösteriyordu.

Emperyalizm ekonomik tekeldir, banka ile sanayi sermayesinin birleşip mali oligarşiye dönüşmesidir; sermaye ihracıdır, dünyayı paylaşmak için tekelcileşmiş sermaye devletlerinin hegemonyacı, ilhakçı ve işgalci refleksler göstermesidir. (5)

Özellikle 1965’ten sonra SB bürokratik kapitalist sınıfı, sosyalist sanayi altyapısına çöreklenerek “yardım” ve “kredi” kamuflajlarıyla sermaye ihraç eden; ezilen dünya ülkelerinin iç siyasetlerine karışan; askeri operasyonlara, şantajlara ve işgallere başvuran; ABD ile yarış adı altında emperyalist hegemonya savaşının parçası olan bir ekonomi politik süreci işletti. SB’de işçi sınıfının siyaset dışına itilmesinin ve iktidardaki bürokrasinin burjuva bir karakter kazanmasının doğal sonucu olarak SB, görünüşte sosyalist ama gerçekte emperyalist-kapitalist bir devlete dönüştü.

Kruşçev önderliğindeki Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP), Mao önderliğindeki Çin Komünist Partisi’ni (ÇKP), silahsızlanma ve “nükleer savaşı önlemek için barış içinde yaşam” politikasına karşı çıktığı için “halka güvenmemekle” ve “emperyalizmden korkmakla” suçladı. (6) Gelin görün ki ilerleyen yıllarda SB, bırakın silahsızlanmayı, tam tersine olağanüstü bir silahlanma atağına geçti.  1963’te Pekin-Moskova tartışmalarının ana başlıklarından biri SB’nin silahsızlanma politikasıyken, 1970’lere gelindiğinde bu politikanın biçimsel olarak tam tersi bir süreç yaşandı. SBKP birkaç yıl içinde “kapitalizmle barış içinde yaşama” isimli uzlaşmacı siyasetinden SB’yi dünyanın en fazla askeri yatırım yapan ülkesine dönüştürdüğü bir siyasete geçiş yaptı. Esasen SBKP’nin “barış içinde yaşama” uzlaşmacılığı da sonraki süreçte gelişen olağanüstü silahlanma hamleleri de Sovyet bürokratik burjuvazisinin çıkarlarıyla uyumluydu. “Barış içinde yaşama” siyasetiyle, silahlanma siyaseti çelişik gibi gözükse de esasen aşamalı olarak emperyalistleşen Sovyet bürokratik burjuvazisinin siyasal talepleri açısından tutarlıydı.

1970’lerin ortasına gelindiğinde, SB resmi verilerine göre SB’nin milli geliri ABD’nin yüzde 66’sıydı ama askeri harcamaları ABD’den yüzde 20 daha fazlaydı. (7)  Ekonomik güç açısından SB, genel olarak ABD’nin çok gerisindeydi. Ancak silah üretimi ve savaşla yakından bağlantılı olan bazı Sovyet ağır sanayi sektörlerinin büyüme hızı ve ürünlerinin mutlak miktarı, ABD’ninkine yetişmiş veya onu geçmişti. (8)

Sovyet sosyal-emperyalizmi ABD emperyalizmini zorlayacak bir ekonomik altyapıya ve hacme sahip değildi. Ancak askeri donanımı ve örgütlenmesiyle dünyanın en güçlü ordusunu kurdu. SB sosyal-emperyalizmi, ekonomik eksikliğini silah gücüyle kapatmak istedi. 1960 yılında Sovyet revizyonistleri, ulusal gelirinin yüzde 13,1’ini askeri harcamalara ayırdı; ancak 1974’te bu oran yüzde 19,6’ya yükseldi. Bu oran, savaş öncesi Nazi Almanya’sının (yüzde 19) yanı sıra Kore’deki (yüzde 15) ve Vietnam’daki (yüzde 10) saldırgan savaşlar yürüttüğü dönemlerdeki ABD emperyalizmini de aşmaktaydı. (9) Dünya mühimmat pazarına ilk kez 1955’te giren SB, 1970’lerin başında yirmiden fazla ülkeye, dünya toplamının yüzde 37,5’ine tekabül eden satışlar yaptı. (10)

SB, sözde dış yardımlarından (sermaye ihracından) ve silah anlaşmalarından büyük kârlar elde etmekteydi. ABD burjuvazisi için “dış yardım” nasıl emperyalist bir araçsa SB için de öyleydi. Sermaye ihracı ile “yardımın”/kredinin hiçbir farkı yoktur. Çünkü metayla ödeme ile parayla ödeme arasında hiçbir fark yoktur.

SB Dış Ekonomik İlişkiler Komitesi Başkanı S.A. Skachov, bu hakikati “Sovyet ekonomik yardımı bir hayırseverlik değildir. SB’nin gelişmekte olan ülkelere yaptığı teknik yardım, dış ticaretimizin büyümesini teşvik etmekte ve ekipman ihracatımızı artırmaktadır. Bu, Sovyet ulusal ekonomisinin artan gereksinimlerini karşılama olasılığını artırmıştır” şeklinde açıkça ifade etmişti. (11) Diğer bir deyişle, Sovyet “yardımının” amacı gelişmekte olan ülkelere yardım etmek değil, Sovyet kapitalist ihtiyaçlarını desteklemekti. Örneğin SB kredi verdiği devlete şu şartı koydu: SB’den kredi alan devletin, bu krediyi öncelikle Sovyet makineleri ve ekipmanları satın almak için kullanması gerekiyordu. SB; krediler, “yardım” ve “iş birliği” yoluyla Asya, Afrika ve Latin Amerika’ya sermaye ihracını arttırdı. “Ortak işletmeler” ve “şirketler” kurarak gelişmekte olan ülkelerin madencilik, işletme, ulaşım ve ticaret sektörlerinde dahil olarak Batılı rakiplerinin adımlarını takip etti. Örneğin; Hindistan Maliye Bakanlığı 1973-1974’te SB’den 139 milyon rupilik “yardım” ya da kredi aldı. Bu kredinin anapara artı faiz ödemesi bir süre sonra 567 milyon rupiye ulaştı. (12)

Emperyalizmin ticaretteki olağan uygulaması, ucuza alıp pahalıya satmak suretiyle, eşitsiz değerlerin değiş tokuşu yoluyla gelişmekte olan ülkeleri sömürmektir. Öncelikle, SB krediler yoluyla modası geçmiş makineleri çöpe atmak yerine kredi verdiği ülkelere sattı. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi SB, bir ülkeye kredi verirken bu ülkenin krediyi SB mallarını almak için kullanmasını şart koşuyordu. (13)

SB bu düzlemde Arap ülkelerine silah sattı ve karşılığında ucuz petrol alarak bu petrolü Avrupa ülkelerine yüksek fiyatlarla sattı. Bu ticareti daha da somutlaştıracak olursak; SB Irak’ın ham petrolünü alıp Batı Avrupa pazarına sattı ve 1973-1974 yıllarında Irak’a sattığı silahların kısmi ödemesi için petrol aldı. (14) SB’nin 1974’teki silah ihracat değeri 5500 milyon dolardı. Bu ihracın da yüzde 45’i Orta Doğu’ya yapıldı. Aynı yıl ABD’nin silah ihracat değeri ise 8,3 milyar dolardı ve bu ihracın da 7 milyar doları yine Orta Doğu’ya yapıldı. (15)

Örnekleri daha da zenginleştirelim. 1973 Orta Doğu savaşında Sovyet revizyonizmi, Mısır’ı ateşkesi kabul etmeye zorlamak için silah teslimatını geciktirdi ve Sovyet kredileri üzerindeki 80 milyon ABD doları faiz ödemesini talep etti. 1974’te Bangladeş ciddi sel felaketine uğradığında, Sovyet revizyonizmi 200.000 ton buğdayın geri ödenmesini talep etti. Hindistan’ın Financial Express gazetesi, Hindistan ile varılan bir anlaşmanın ihlali olarak Sovyet revizyonizminin, rupi değer kaybettiği gerekçesiyle mevcut kredilerinin ve faizlerinin geri ödenmesinde yaklaşık 4 milyar rupi kadar yukarı yönlü bir değerleme talep ettiğini bildirdi. (16)

Ayrıca SB, Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) aracılığıyla üye ülkeleri sömürüyordu. COMECON 1949 yılında sosyalist ülkelerin dayanışması için kurulmuştu ancak SB’de sosyalizmin yenilgisinin ve bürokratik burjuvazinin iktidarı almasının ardından sosyal-emperyalist bir araca dönüştü.

İstatistiklere göre Doğu Avrupalı CAMECON üyeleri artık neredeyse tüm petrollerini SB’den ithal ediyor, demir ve kerestenin yüzde 80-90’ını, petrol ürünlerinin dörtte birini; metal, fosfatlı gübre ve pamuklarının beşte üçünden fazlasını, kömür ve manganez cevherini de SB’den ithal ediyorlardı. Çekoslovakya, Macaristan ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti ve Bulgaristan’da uranyum cevheri SB’nin kontrolü altındaydı. Moğolistan’ın tungsten ve florit cevherinin yüzde 50’sini yağmaladı. Polonya’nın çinko ihracatının yüzde 43’ü, Bulgaristan’ın barit ihracatının yüzde 94’ü, yine Bulgaristan’ın Kurşun cevherinin yüzde 49’u SB’ye gidiyordu. (17) Sovyet revizyonistleri bu ülkelere ticaret yaparken onları kendi iç pazarlarını açmaya zorladı.

SB bürokratik burjuvazisi, ABD burjuvazisiyle girdiği yarışta, oluşturduğu ve daha da ileri bir aşamaya taşımak istediği emperyalist sömürü zincirini, gelişmekte olan ülkelere siyasi ve askeri operasyonlar yaparak güvenlik altında tutmak istiyordu.

Pakistan’ı parçalamak için Hindistan’ı desteklediler. Dört Japon adasını vermemek için Japonya’ya gözdağı verdiler. Angola’nın iç işlerine müdahale ettiler. (18) Sovyet savaş gemileri Angola Limanı’na roket atarak iç savaşın alevlerini körükledi. Bu hiçbir şekilde ulusal direnişe destek değildi. SB’nin yaptığı “enternasyonel sorumluluk” değil, eski sömürgecilerin yerini alma çabasıydı. (19)  SB 1969 baharında Çin’in Chenpao Adası’na silahlı saldırıda bulundu. 1968 yılında Çekoslovakya’yı, 1979’da ise Afganistan’ı işgal etti.

Bunların yanı sıra SB, aynı zamanda ABD emperyalizmine ve İsrail Siyonizmine karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren ezilen uluslara da tamamen Sovyet tekelci-bürokratik burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda yaklaştı. Kruşçev, Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “Fransa’nın iç sorunu” olarak gördü. (20) Sovyet revizyonistleri, Kamboçya ulusal kurtuluş savaşını değil, milliyetçi asker burjuva klik lideri Lon Nol’u destekledi.

SB, 1950’lerin ortalarında Mısır’a askeri “yardım” başlattı. On yılın üzerinde bir süre boyunca istediği gibi musluğu açıp kapattı. SB ihtiyaç duyduğunda silah tedarikini yasaklıyordu. 1973 Ekim Savaşı’nın arifesinde, Mısır halkı İsrail saldırılarına karşı hazırlık yaparken SB, defalarca söz verdiği silahların teslimatını engelledi. (21)

Bu süreçte yaşanan en çarpıcı olaylardan biri de Filistin meselesine ilişkin Sovyet revizyonistlerinin tavrıydı. SB, Filistinli savaşçıların silahlı mücadelelerini “aşırılık yanlısı eylemler”, “hatalar”, “sorumsuz maceracılık” ve “Troçkist bir yaklaşım” gibi iftiralarla suçladı. Filistinlilerin silahlı mücadelesine nefret beslediler. (22) İsrail’in Filistin’e yönelik işgali karşısında Sovyet yetkilileri ve basını, 1967 Kasım’ında BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen karara sarıldı. Hatta SBKP Politbüro Üyesi N. V. Podgorny, İsrail’in Filistin’i işgali karşısında “Orta Doğu sorunuyla ilgili olarak hangi tarafın saldırgan olduğunu tartışmaktan hoşlanmıyorum.” dedi ve SB’nin İsrail işgali karşısında “tarafsız” olduğunu itiraf etti. (23)

SB’de bürokratik burjuva diktatörlüğü, 1965 İktisat Reformu ile resmileşmişti. 1968 Çekoslovakya işgaliyle de SB’nin sosyal-emperyalist karakteri resmileşti. Sovyet revizyonistleri dış siyasette emperyalist bir çizgi izlerken bunun iç siyasetteki doğrusal sonucu da sosyal-şovenizm oldu. Sovyet tekelci-bürokratik burjuvazisi muntazam olarak Rus milliyetçisi reflekslerini güçlendirdi ve Rus olmayan uluslara, tıpkı Çarlık dönemindekine benzer bir biçimde milli zulüm siyaseti uyguladı.

Moğolistan Sosyalist Cumhuriyeti örneğini inceleyecek olursak; Moğolistan Devlet Üniversitesinin müfredatının bir kısmı, tarım-hayvancılık yüksekokulunun büyük bir kısmı, politeknik ve tıp fakültesinin tamamı Rusça okutuluyordu. Moğolistan’daki eğitim kitaplarının çoğu Rusçaydı. Yine, 1973 yılında Moğolistan’da yayımlanan filmlerin üçte ikisi Sovyet (Rus) filmleriydi. (24) Moğolistan’daki sosyal-şoven pratik, Birliğin içinde olan ve bütün Rus olmayan uluslar için geçerliydi.

Verilerle ortaya koyduğumuz üzere SB’de Kruşçev iktidarıyla başlayan bürokratik burjuva iktidarı, Brejnev ve Kosigin’in elinde kurumsallaştı ve aşamalı olarak sosyal-emperyalist bir karakter kazandı. SB dünya emperyalist-kapitalist hiyerarşisi içinde kızıl bir maskeyle yer aldı ama Mao dönemi ÇKP’sinin iddia ettiği gibi hiçbir zaman başat emperyalist olmadı.

SB, askeri yarışı ekonomik yarışın önüne koyduğu için başarısız bir bürokratik burjuva iktidarı olarak 1991’de çözülmek durumunda kaldı. Kruşçev iktidarıyla başlayan Sovyet bürokratik kapitalist iktidarı böylece son buldu.

***

Kapitalist restorasyon açısından, ÇHC pratiği, SB pratiğiyle kıyaslandığında başarılı ve SB pratiğinden de ders çıkarmış bir bürokratik burjuva siyasal pratiğidir. İki pratik arasında çok fazla benzerlik olsa da ÇHC pratiğini SB pratiğinden ayırt eden temel fark, ÇKP’nin SBKP gibi askeri yarışı değil, ekonomik yarışı esas almasıdır. Ayrıca ÇHC revizyonistleri ekonomik yarışı esas almalarının yanı sıra ÇKP’nin varlığını da siyasal olarak kapitalist restorasyona uygun hâle getirebilmişlerdir.

Ekonomi gazetecisi Arthur Kroeber da bu gerçeği saptıyor ve şu şekilde ifade ediyor:

“Rusya, ekonomik değişimi tam bir politik değişim yapmadan sağlamayı deneyen ve başarısız olan bir örnektir. Çin ve Vietnam ise ekonomik değişim sağlamaya çalışırken komünist partilerinin politik güç üzerindeki tekel konumunu korumasını sağlamaya çalışan örneklerdir.” (25)

ÇHC’nin 1982’de kabul edilen yeni Anayasa’sında devlet sektörünün ülke ekonomisinin ana direği, “bireysel” sektörün de bir tamamlayıcı olduğu; devletin bireysel sektörün çıkar ve haklarını koruduğu belirtiliyor, böylece bireysel girişim en yüksek düzeyde tanınmış oluyordu ama “özel” sözcüğünden kaçınılıyordu. Anayasa’nın bu maddesi 1988’de açıkça özel sektör tanımı kullanılarak değiştirildi.  Ancak özel sektör ÇHC ekonomisinde 1990’ların ikinci yarısına kadar varlık gösteremeyecek; tarım dışında üretim, devlet işletmelerine dayalı olmayı sürdürecekti. Çin’de piyasa ekonomisine geçiş, bir anda planlamaya dayalı sisteme son verip devlet işletmelerini piyasalarda etkinlik göstermek üzere serbest bırakma şeklinde gelişmedi; tersine kapitalist restorasyon, ülkenin planlamaya dayalı üretim sistemini aksatmadan yapıldı. Çin bürokratik kapitalizmi bir yandan devleti planlamacı olarak kullanmaya devam etti, diğer yandan da kontrollü olarak özel sektörün de önünü açtı. (26)

1990’larda hız kazanan kapitalist reformların olmazsa olmaz hamlesi kamu mallarının tamamının özelleştirilmesi değildi. ÇHC’nin sözde sosyalist eylemde ise kapitalist olan piyasa ekonomisinin vazgeçilmez koşulu özel mülkiyet değil, rekabettir. Eğer kamu varlıkları özelleştirilmiş fakat rekabet mekanizmaları işlemez durumdaysa sonuç olumsuz olacaktır. Burada anlaşılması gereken mesele, kapitalizmin işleyişini var eden temel özelliğin rekabet olduğudur. Sovyet kapitalist restorasyonunu ÇHC kapitalist restorasyonundan ayıran asıl fark da SB sosyal-emperyalizmini başarısız yapıp ÇHC sosyal-emperyalizmini başarılı yapan da mülkiyetin devletin kontrolünde olup olması değil, piyasada rekabetin işletilmesidir.

1991’de, SB’nin çözülmesiyle Deng Xiaoping liderliğindeki bürokratik kapitalist iktidar, meşhur güney turuna çıkarak eskiyle kıyasla Çin’de çarkların daha güçlü döneceği bir ortam yarattı. Hong Kong’un hemen yanı başındaki Shenzhen özel ekonomik bölgesi, aynı zamanda en cesur ekonomik denemelerin yapıldığı bir merkez oldu. Buradan başlayarak Deng, Güney Çin’de kapitalist reformun önemli noktalarını üst düzey askeri yetkilerle birlikte ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında “Değişime karşı olan görevini terk etmelidir” uyarısında da bulundu. (27)

Bu dönem aynı zamanda ÇHC’de özelleştirme atağı başlatıldı. ÇHC revizyonistleri “Büyüğü tut, küçüğü bırak” siyasetiyle, bir yandan devlet eliyle dev tekeller inşa ettiler diğer yandan da özel sektörde küçük ve orta dereceli işletmelerin gelişmesinin önünü açtılar. Devlet eliyle yaratılan işletmelerin mantığı, büyük Çinli şirketlere uluslararası sermaye pazarından pay alma fırsatı yaratmaktı ve böyle de oldu. Bugün ÇHC’nin en büyük üç devlet işletmesi dünyanın en büyük on şirketi arasında yer alıyor. (28)

ABD emperyalizmi kendi pazarlarını yabancı şirketlerin erişimine kapatacak tedbirler alırken kendi şirketlerinin ihracatına büyük destekler sağladı. ÇHC’li şirketlerin böyle ayrıcalıklı bir uygulamadan faydalanma olanağı yoktu. ABD ve Avrupa emperyalizminin baskın olduğu dünya ticaret sistemine girmek için Çin, yabancı şirketlere kendi pazarına erişim serbestliği sağladı. ÇHC’nin, Doğrudan Yabancı Yatırımcı (DYY) stratejisinin önemli bir ayağı, “yabancı” yatırımların büyük bir kısmının aslında “yabancı” olmamasıdır. ÇHC’deki DYY’nin yarıya yakın kısmı Hong Kong kaynaklıdır. Bunun sebebi kısmen ABD’li ve Avrupalı şirketlerin Hong Kong merkezli yan işletmelerin etkinlikleri ile açıklanabilirse de Hong Konglu şirketlerin, ana karada önemli yatırım yaptığı gerçeği göz ardı edilemez. ÇHC’de DYY olarak gösterilen yatırımın üçte birlik kısmı aslında “çift yönlü”, yani Çinli yatırımcılar ve şirketlerin diğer yetki alanlarında (özellikle Hong Kong’da) bulunan işletmelerin yatırımıdır. Örneğin Ali Baba ya da TenCent gibi internet devleri “yabancı” şirket olarak kayda geçmiştir. Çünkü ÇHC’li firmalar uluslararası borsalarda işlem görmek için yabancı holding ortaklıkları kurdular. (29)

Ali Baba ve TenCent gibi şirketler de dahil yeni teknoloji şirketlerinin büyük çoğunluğu, hisselerinin arzı için ÇHC borsalarını değil, başta ABD olmak üzere yabancı borsaları tercih ediyorlardı. 2018 yılında 120 kadar Çinli şirket hisselerinin arzını yabancı borsalarda gerçekleştirdi. (30) Hatta Trump iktidarının ilk döneminde başlatılan ticaret savaşlarının temel gerekçesi de Çinli şirketlerin ABD borsalarında ve pazarında etkin olmasıydı. Trump’ın ticaret savaşını başlatmasıyla ABD borsalarından çıkartılan Çinli şirketler Şanghay borsasına girdiler.

Esasen 2018 tarihi, ABD-Çin arasında süregelen emperyalist rekabetin somut olarak belirmesi açısından geç bir tarihtir. Çünkü 2008 Dünya Ekonomik Buhranı, ÇHC ile ABD arasının, ekonomik ve teknolojik olarak kapanmasına yol açtı. ABD ve Batı kapitalizmi kriz yaşarken Çin kapitalizmi büyüyordu. Trump’ın ilk döneminde şiddetlenen ABD-ÇHC rekabetiyle, Çin için dış talebe bağımlılık riski başka bir nitelik kazandı. 1997 Asya Krizi, 2008 Dünya Ekonomik Buhranı ve 2020 Covid-19 krizi ÇHC ihracatını başta düşürdü ama bu düşüş geçici oldu. Her kriz sonrasında ÇHC, ihracatı kısa sürede toparladı ve ekonomik büyümeyi sürdürdü. (31)

Çin ekonomisi 2008-2018 yılları arasında neredeyse üç kat büyüdü. ÇHC’de bu süre zarfında devasa ölçekte küresel şirketler oluştu. Henüz 2018 yılında Çin, 120 şirketiyle Fortune 500 listesinde, 126 şirketli ABD’nin hemen ardından geliyordu. (32) Görüldüğü üzere bu süreçte Çin bürokratik sermayesi tekelci sermaye hâline gelmiştir. Çin, hammadde ve enerji tedarikini güvence altına almak için hem Afrika, Latin Amerika ve Orta Doğu’ya hem de Avrupa ve Avusturalya’ya büyük yatırımlar yaptı. Çin, 2017 yılına gelindiğinde, ABD’yi geride bırakarak en büyük ham petrol ithalatçısı konumuna yükseldi.

ABD ile Çin arasındaki en önemli rekabet madencilik alanında seyrediyor Çin sadece Afrika’nın madencilik sektörüne hâkim olmakla kalmamış aynı zamanda tedarik zinciri ve dağıtımını da Kuşak Yol Projesi ile hâkimiyet altına aldı. ABD ise Lobito koridorunu kurarak Çin’i, Orta ve Güney Batı Afrika’da etkisizleştirmek istiyor. (33) Yine nadir toprak elementleri, elektrikli araçlar ve yapay zekâ da ABD ile Çin’in karşı karşıya geldiği başlıca rekabet alanlarıdır. Trump’ın ilk iktidar döneminde başlayan ticaret savaşları, ikinci dönemde de yeni yasaklarla devam ediyor.

Güncel olarak Çin sosyal-emperyalizmi, ABD emperyalizminin ardından dünya emperyalist hiyerarşisi içinde ikinci sırada yer alıyor. Henüz ABD gibi emperyalist bir bloğa (Batı) önderlik etmiyor ve askeri işgallere başvurmuyor. Emperyalist hiyerarşi ve rekabet içerisinde tek başına yer alıyor. ABD emperyalistlerinin saldırganlığı karşısında savunma pozisyonunu koruyor.  İktisadi olarak hâlâ ABD’nin bazı noktalarda gerisinde olmasına rağmen bazı alanlarda ABD’yi yakalamış ve hatta geçmiş olduğu görünüyor. ABD’nin, ÇHC’den çok açık bir biçimde önde olduğu tek alan askeri gücü ve silahlanma kapasitesidir.

Bugün ABD küresel askeri harcamalarda hâlâ rakiplerinin çok ilerisindedir. Neredeyse tüm küresel askeri harcamaların yarısını tek başına (883 milyar dolar) karşılıyor. Buna karşılık Çin’in askeri harcamaları son yıllarda önemli ölçüde arttı. Resmi rakamlara göre Çin, 1995’te yaklaşık 25 milyar dolar savunma harcaması yapıyordu. Bugün savunma için 219 milyar dolar harcıyor. Satın alma gücü paritesi dikkate alındığında, bu rakamın 500 ila 700 milyar dolar arasında olduğu ve ABD’ye çok yaklaştığı tahmin ediliyor. Bu harcamaların büyük kısmı, Çin’in askeri cephaneliğini güçlendirmeye yöneliktir. Ayrıca Çin, 2035 yılında dünyanın en büyük deniz gücü olma yolunda kararlı adımlar atıyor. Bazı uzmanlara göre gemi sayısı açısından bunu zaten başardı. 2014-2018 yılları arasında Çin, tek başına Almanya, Hindistan, İspanya ve İngiltere’nin toplamından daha fazla gemiyi suya indirdi. (34)

Görüldüğü üzere, ÇHC’de 1976 Deng darbesiyle iktidarı ele alan bürokratik burjuva sınıfı, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde olduğumuz bir tarihsellikte, devasa bir sosyal-emperyalist devlet yarattı. Mao Zedong 1950’lerin sonunda SB’yi sosyal emperyalist -sözde sosyalist, eylemde emperyalist- olarak nitelemişti, bu niteleme şimdi ise Çin ve ÇKP için geçerlidir. “Sosyalizm” retoriğine rağmen Çin, daha küçük ve zayıf ülkelere kendi ultra-ulusal hedeflerini dayatmayı, ucuz iş gücünü sömürmeyi ve dev sanayi makinesini beslemek için hammaddelerini yağmalamayı ve süper kârlar biriktirmeyi amaçlayan küstah bir emperyalist güç haline geldi. Dünyayı sömürme uğraşında ABD ile kıyasıya rekabet ediyor.

SB sosyal-emperyalizminin ekonomisi, ABD emperyalizminin yaklaşık yarısı büyüklüğündeydi. SB’nin askeri olmayan teknolojisi ABD’nin gerisindeydi. Bilgi teknolojileri alanında ABD’nin çok gerisinde kalmıştı. SB’nin çöküşünde askeri harcamaların ekonomiye yükü önemli rol oynamıştı. SB’nin yatırım yapma kapasitesi, hem askeri harcamaları hem ekonomik gelişme için gerekli yatırımları karşılamaya yetmedi. Çin sosyal-emperyalizmi ise satın alma gücü paritesiyle ABD emperyalizminden büyük ve daha hızlı büyüyen bir ekonomiye sahiptir. ÇHC’nin belli alanlarda dışa bağımlılığı olsa da teknolojide ABD’nin çok gerisinde değil, bilgi teknolojilerinin belli alanlarında ise bir miktar önünde bulunuyor. Daha önemlisi Çin’in ABD’den birkaç kat daha fazla yatırım yapma kapasitesine sahip olması, ABD’nin geçmişte SB ile rekabetinden farklı olarak ABD’yi zorlayacak bir durumdur. (35)

***

Son tahlilde Çin sosyal-emperyalizmi, hem ekonomi-silahlanma dengesini doğru ele alması hem de başat emperyalist ABD’ye karşı güç ilişkilerinin planlanması açısından Sovyet sosyal-emperyalizminden daha başarılı bir pratik sergilemektedir.

Dediğimiz gibi, hâlâ emekçi insanlığı tehdit eden başat emperyalist ABD’dir ve ABD hâlâ (bazı çatlaklar oluşsa da) Batılı emperyalist bloğun başındadır. Ancak ABD başat emperyalist olsa da güç kaybetmektedir ve bunun karşısında Çin sosyal-emperyalizmi henüz savunmada olan, her geçen gün ise güç kazanan ve en çok gelişen emperyalist devlettir.

İçinden geçtiğimiz koşullar içerisinde başat emperyalist devleti ve bloğu hedef almak, siyaseten anlamlıdır. Asli emperyalist tehditle tali olanı ayırmak önemlidir. Ancak bu tali olan emperyalist gücün yadsınmasına neden olmamalıdır. Tekelci kapitalizm bugün itibarıyla en dünyalı hâlini yaşamaktadır; emperyalizm, ulusal pazarların hiçleştiği ve piyasaların iç içe geçtiği bir küresel dönemin içindedir. Başat emperyalist ABD, emekçi insanlık için asli düşman olsa da genel olarak bütün bir emperyalist-kapitalist düzen emekçi insanlığı tehdit etmektedir.

Bu aşamada, komünist siyasetin görevi başat emperyaliste karşı çıkıp diğer emperyalistlere sessiz kalmak değildir. Proleter devrimci siyaset bir yandan asli olanla tali olanı ayırt etmelidir ama diğer yandan da gelişen emperyalistlerin de düşman olduğunu açıkça dile getirmelidir. Bunu dile getirmemek, oportünizmin uluslararası düzlemdeki en somut ifadesidir. Bu konuda özellikle, elinde kızıl bayrakla emperyalist hiyerarşinin ikinci sırasında yer alan ÇHC’nin sosyal-emperyalist karakterini yadsımak daha da tehlikelidir. Tali olsa da ABD emperyalizminin rakibi olan emperyalist devlet görüntüde sosyalisttir.

Meseleyi karmaşık gibi gösteren bu durum, oportünizmin ve yeni revizyonizmin boy vermesi için nesnel bir zemin sunmaktadır. Bunun yanında komünist hareket yarım asırlık bir yenilgi içindedir. Yenilgi durumunun uzaması da yeni revizyonizme ve sınıf uzlaşmacılığına büyüme olanağı sağlamaktadır.

Bütün bu nedenlerden ötürü Lenin’in, “Sosyal-emperyalizme karşı acımasız mücadele, proletaryanın devrimci seferberliğinin ve Enternasyonal’in yeniden inşasının ilk koşulunu oluşturmaktadır” diye formülleştirdiği devrimci vazifeyi bilince çıkararak hem tarihsel hem de güncel olarak sosyal-emperyalizmin karşı devrimci rolünü ortaya koymak, bağımsız komünist siyaset için yaşamsal önemdedir.

Kaynakça

  1. https://www.marxists.org/history/international/social-democracy/zimmerwald/draft-resolution.htm
  2. İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, F. Engels, Ç: Oktay Emre, Ayrıntı Yayınları, sy. 39, 2. Basım, 2019, İstanbul.
  3. Emperyalizm, Lenin, Ç: Süheyla Kaya, İnter Yayınları, sy. 16, 1. Baskı, 1995, İstanbul
  4. Ugly features of Soviet social imperializm, Foreign Languages Press,  Peking 1976, Page 17.
    Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review
    Jantary , Yenan Books, 1977, Page 1.
  5. Emperyalizm, Lenin, Ç: Süheyla Kaya, İnter Yayınları, sy. 92-94, 1. Baskı, 1995, İstanbul.
  6. Pekin-Moskova Çatışması, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, sy.96, 5. Baskı, 1998, İstanbul.
  7. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 4.
  8. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 5.
  9. Soviet Social Imperialism and the International Situation Today, Encyclopedia of Anti-Revisionism On-Line, 1977.
  10. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 8.
  11. Soviet Social Imperialism and the International Situation Today, Encyclopedia of Anti-Revisionism On-Line, 1977.
  12. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 72.
  13. Ugly Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press,  Peking, 1976, Page 28.
  14. The Soviet Union: Socialist or Social-Imperialist? Part-II, Raymond Lotta vs. Albert Szymanski The Question Is Joined — Full Text of New York City Debate, May 1983 RCP Publications, Chicago, Page 55.
  15. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 53.
  16. Ugly Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press, Peking, 1976, Page 30.
  17. Ugly Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press,  Peking, 1976, Page 36-37-38.
  18. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 91.
  19. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 70.
  20. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 69.
  21. Ugly Features Of Soviet Social Imperialism, Foreign Languages Press,  Peking, 1976, Page 49.
  22. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 64.
  23. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 66.
  24. Social-Imperialism: The Soviet Union Today, Reprints from Peking Review Jantary , Yenan Books, 1977, Page 57-59.
  25. Çin Ekonomisi, Arthur R. Kroeber, Ç: Mehmet Mazı, Buzdağı Yayınevi, sy.22, 1.Basım, 2017, Ankara
  26. Çin ve Dünyanın Geleceği, Fatih Oktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, sy. 58-59, 2.Basım, 2023.
  27. Çin Ekonomisi, Arthur R. Kroeber, Ç: Mehmet Mazı, Buzdağı Yayınevi, sy.23, 1.Basım, 2017, Ankara.
  28. Age, sy.142.
  29. Age, sy.82.
  30. Çin ve Dünyanın Geleceği, Fatih Oktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, sy. 156, 2.Basım, 2023.
  31. Age, sy.129.
  32. Zaferden Yenilgiye, Pao-yu Ching, Ç: Onurcan Ülker, Patika Kitap, sy. 125, 1.Basım, 2020, İstanbul.
  33. https://www.fokusplus.com/odak/afrikada-abd-cin-rekabeti-derinlesiyor
  34. https://medyascope.tv/2025/03/17/abd-cin-rekabeti-realist-teorisyenler-ufukta-bir-catisma-ongoruyor/
  35. Çin ve Dünyanın Geleceği, Fatih Oktay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, sy. 271, 2.Basım, 2023.
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.