Dersim’in Pertek ilçesine bağlı Dere Nahiyesi’nde, 22 bin 500 dönümlük orman ve mera arazisi, kum ocağı projesi tehdidi altında. Bölge, yalnızca zengin biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda çevre köylerin su ihtiyacını karşılayan hayati kaynakları da barındırıyor. Ancak Arven Doğu Yapı İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi tarafından alınan ruhsat, bu ekolojik dengenin geri dönüşü zor bir tahribata sürüklenmesi riskini beraberinde getiriyor.
Ormanlar ve Meralar Yok Olma Tehlikesiyle Karşı Karşıya
Kum ocakları, toprak erozyonunu artıran, yer altı sularını kirleten ve ekosistemleri geri dönüşümsüz şekilde tahrip eden endüstriyel faaliyetlerden biri. Dere Nahiyesi’ndeki geniş ormanlık alanlar ve meralar, yalnızca yöre halkının geçim kaynağı değil, aynı zamanda bölgedeki yaban hayatı için de kritik bir yaşam alanı. Projenin hayata geçmesi durumunda, bu alanlarda yaşayan canlı türlerinin habitatları parçalanacak ve tarımsal üretim büyük ölçüde zarar görecek.
Su Kaynakları Tehdit Altında
Bölgedeki en büyük ekolojik risklerden biri de köyleri besleyen su kaynaklarının kirlenme tehlikesi. Kum ocaklarının işletilmesi sırasında kullanılan ağır makineler ve kimyasal süreçler, yer altı ve yer üstü sularını kirleterek tarım arazilerinin verimini düşürebilir, içme suyu kaynaklarını kullanılamaz hale getirebilir. Özellikle iklim krizinin su kaynakları üzerindeki baskısı düşünüldüğünde, bu tür bir projenin uzun vadeli etkileri çok daha yıkıcı olabilir.
Yerel Halk Direniyor: “Topraklarımızı Talan Ettirmeyeceğiz”
Arven Doğu Yapı İnşaat yetkililerinin köylülerle yaptığı toplantıda, “Hukukî olarak engelleyebiliyorsanız engelleyin” ifadeleri kullanılırken, yöre halkı topraklarını koruma kararlılığını dile getirdi. “Topraklarımızı ve mera arazilerimizi talan ettirmeyeceğiz” diyen köylüler, projenin yalnızca kısa vadeli ekonomik çıkarlar uğruna doğal varlıkları yok edeceğinin farkında.
Ekolojik Denge İçin Mücadele Şart
Pertek’teki bu proje, doğal alanların sermaye çıkarlarına feda edilmesinin bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Ormanların, meraların ve su havzalarının korunması, yalnızca yerel halkın değil, tüm canlıların yaşam hakkı için bir zorunluluk. Ekolojik tahribatın önüne geçmek için hukuki mücadelenin yanı sıra toplumsal bilinç ve direniş de büyük önem taşıyor.