Kapan: Milliyetçilikten Sınıf Bilincine Bir Yolculuk

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dört bir yanın kuşatılmışken ve varlığın, yokluk ile imtihan ediliyorken neler yapabilirsiniz? Sınıflı toplumlar gerçekliği ve bir avuç azınlığın yönettiği devletler ezilenleri hep bir kapana sıkıştırdılar. Bu kapanı bir şekilde parçalamak isteyenleri de ya yok ettiler ya da tutsaklıkla sınayarak yaşamdan, düşüncelerinden koparmayı amaçladılar. Zincirlerin parçalanıp atıldığı anlar oldu elbette ve olmaya da devam edecektir. Ancak bu mücadele halının nispeten daha düşük seyirde devam ettiği koşullarda “Neler yapabiliriz?” sorusu daha büyük bir önem taşır. Çünkü bir çıkıp yolu bulmak gereklidir. Biz istemesek dahi kuşatılmış toplumun büyük çoğunluğu kimi dönemler bu gerçekliğe gözlerini kapatıp kendi yaşamlarını sürdürebilirler. Egemenlerin bütün zorbalığı daha büyük bir şiddetle kapanı parçalamak isteyenlerin üzerine yönelir. Hareket alanları kısıtlanır yokluk ile sınanma başlar, yakınma hali gelişir. Ancak çelişkilerin bir ucunda da varlık var olma gerçekliği vardır. Ve her koşulda, zorlukta bir var olma hareketini başlatabiliriz. Her alanda üretmenin gerekliliği ve gerekliliklerin daha ileri üretimlerin ilerlemenin ana unsurlarından biri olduğu gerçekliği burada ortaya çıkar. Üretim alanlarından biri olan kültür-sanat-edebiyat i̇se “Ne yapabiliriz?” sorusunu daha farklı pencerelerden yanıtlamamıza, i̇lerlemek istediğimiz ufku farklı araçlarla anlatabilmemize olanak tanır. Örneğin biraz sonra tanıtmaya çalışacağımız kitapta ortak konular olan Seren Yüce’nin “çoğunluk” filmi coğrafyamızdaki başlıca çelişkiler arasında sayacağımız ve teorik düzlemde altını sayfalarca doldurabilecek birçok konunun sinemada seyirciye yansıtılmış küçük bir halini sunar. Filmdeki ana karakter Vanlı bir Kürt kadınla sevgili olur. Ancak dini değerlerine bağlı ve kendini milliyetçi olarak tanımlayan babası tarafından uyarılarak ilişkisini bitirmesi istenir. Genç ise ailesinin yaşadığı çevrenin ve kendisine milliyetçi öğütler vererek “Biz vatanımıza milletimize bağlı insanlarız” diyen aile dostlarının sözlerine uyarak eski yaşamına geri döner. Yani çoğunluk olarak gördüğü çevresine uyar ve sınırları aşma cesaretini gösteremez.

Jose Ortega y Gasset’in sözü bu yüzden anlamlıdır: “Ben kendim ve çevremin toplamıyım.”
Kuşatmaya alınmış eğitimden, medya ya bütün araçlar kullanılarak yaşamları yönlendirilmeye çalışanlar, bir çoğunluk halinde birbirlerinin yaşamlarına etki ediyorlar. Egemenler bu durumu bir fırsat olarak görüp toplumun birbirini baskılamasının bir aracı olarak kullanmak istese de çoğu zaman şekillendirme hali bir kıvılcımın tutuşup yangınlar yaratması gibi egemenlerin arzularının tersi bir hal alıyor. Örneğin kadınların toplum içinde nasıl yaşaması gerektiği; kahkaha atmalarından, kıyafetlerine kadar ele alınarak kadına bir rol biçiliyor veya yoksulluğun nasıl sabredilmesi gereken bir nimet olduğu kanıksatılmaya çalışıyor. Ancak görüldü ki kadınlar kendilerine biçilen rolü parçalayarak sokaklara taşıyor, i̇şçiler ise yoksulluğun, çalışırken katledilmenin fıtrat olmadığını büyüttükleri direnişleriyle gösteriyorlar. Yani biriken öfke bu defa sabrı değil sınırları aşmak için birlikte harekete geçmeyi öğütlüyor.

Kültür-sanat ve edebiyatın sınıfsal bir gerçekliği vardır ve taraflıdır. Egemenler büyük mağazalarda satılmasına izin verdikleri kitapların, çok satanlar listesini önümüze koyarak bize neyi okumamız gerektiğini anlatmaya çalışır. Bir anlamda “Çoğunluk bunu alıyor sen de al” der. Hatta öyle ki günümüzde bir furya halini almış telkinlerle dolu “Yoksulluğa karşı iyi düşün, kim bilir hayatında belki anlamlı şeyler olabilir” gibi “öğütlerle” süslenen ve ezilenleri “İyi düşün; bekle, sabret” girdabına hapsetmek isteyen kitaplar adeta elimize tutuşturulmaktadır. Bu kitapların yazarları kanaat önderleri gibi TV’lerde boy gösterir. Yazmanın, sinema filmi çekmenin, belgesel yapmanın, müzik üretmenin bir amacı vardır. Bu amaçta hangi tarafta olduğumuzla bağlantılıdır. “Neler yapabiliriz?” sorusu burada “Ne ne için?” ve “Kimin için?” diye genişler. Yalnızca gerçeği farklı araçlarla anlatmak da yetmez. Aslolan değiştirmektir diyerek bir çıkış yolu da sunmak gerekir.

Öte yandan Marksizm, her bir çağın değerlenişinde dosdoğru ve açıkça belirli bir toplum grubunun bakış açısından bakmakla yükümlü olduğu için taraflılık denen şeyi de içinde taşır. (Lenin)
Marksistler taraflıdır ve amaçları da bu taraf olma halini bir niyet beyanı olmasının ötesine taşıyıp ezilen kitleleri harekete geçirmektir. Gayretini en iyi anlatabileceği yolları arar bulur ve onu geliştirir. “Biz ikinci Nuh Tufanı’yla yeniden yıkacağız dünyanın bütün kentlerini“ diyen Vladimir Mayakovski’den, i̇şgal altındaki ülke gerçekliğini ve her sahnesinde işgalcilikle birlikte ona karşı gelişen direnişi anlatan Filistin sinemasına kadar çok çeşitli örnekler vardır. Egemenlerin düzenini sarstıkları anda i̇se “Özgürce her şeyi üretebilirsiniz” safsatası bir anda son bulur. 7 ekimde başlayan direnişin ardından, i̇şgalciliği anlatan Filistin sineması filmlerinin Netflix’te yasaklanması buna bir örnektir. Yani biz bir tarafız ve kuşatmaya alınmış bir dünyada anlattıklarının aksine çoğunluk olan biziz. Tanıtmaya çalıştığımız kitapta bu gerçekliği tarafı olduğu sınıf üzerinden anlatmaya çalışıyor.

Ardıç Yayınları tarafından yayına hazırlanan ve Ceren Kültür tarafından 2024 yılında basılan Mehmet Ali Atila’nın 416 sayfalık “KAPAN” i̇simli romanı sınıfsal gerçeklikleri edebiyat diliyle önümüze koymaya çalışmaktadır. Kapan, tuzak anlamına gelmektedir. Kapana çekilmek/düşürülmek tabiri tuzaga düşen ya da düşürülen canlılar için kullanılır. Kitaptaki anlatımlarda da toplumdaki çelişkilerin vücut bulduğu alanlarda tuzağa çekilip boğulmaya çalışılan insanların yaşamları ele alınır. İşçi, köylü, kadın, gençlik, ezilen ulus gerçekliği çeşitli karakterler ve mekanlarla karşımıza çıkar.

Kitabın ana karakterlerinden olan Yasin ve ailesinin yaşadıkları üzerinden anlatım başlar ve devam eder. Milliyetçi duygularla büyümüş ve kendisini bu şekilde tanımlayan Yasin’in etrafında, fabrikada yaşananlar i̇şçi-sendika ilişkisini ve ezen ulus milliyetçiliğinin nasıl bir zehir olarak sınıf arasına sokulduğunu gösterir. Yasin yaşadığı olaylar karşısında yavaş yavaş bir dönüşüm yaşamaya başlar. Üyesi olduğu gerici-milliyetçi sendikadan ayrılır, diğer sendikaya üye olur. Haklarını aramaya koyulduğunda ise eski sendikasındaki arkadaşları karşısına benzer söylemlerle çıkarlar. “Çünkü onlar hak arama adı altında anarşistlik, bölücülük yapıyorlar (..) Vatan sevgisi bunlara sessiz kalmak olmaz (..) Milletin değerlerini dinamitliyorlar, sen hâlâ hak aramaktan söz ediyorsun”. Yasin’e özcesi “Ya bizdensin ya onlardan” derler. Oysa ki bu zehri yaymaya çalışanlar da aynı fabrikada aynı zorluklar altında ezilmektedir. Bu da kitapta anlatıldığı gibi i̇lgili bir mesele değil, i̇şçi sınıfının bir bütün olarak kapandan kurtulması sorunudur. Sorgulama ve dönüşüm ilişkisi Yasin üzerinden ele alınır ve akış böyle ilerler.

İflas etmiş bir ailenin üyesi olan Yasin dışında kardeşleri de farklı mekanlarda farklı çelişkilerin içinde karşımıza çıkar. Yasin gibi milliyetçi düşüncelere sahip olan kardeşi Gülten Van’da öğretmenlik yapar ve fikirlerin de değişiklikler olmuştur. Kürt oluşunun yaşadığı sorunlara bakışı farklılaşmıştır ve bu da kitap içindeki bir diğer çatışma alanıdır. Konunun detaylı şekilde ele alındığı bir diğer yer de Manisa Kırkağaç’ın bir köyü ve köylülerin yaşadıklarıdır. Burada da Yasin’in kardeşi Fatma karşımıza çıkar. Eşi Alper i̇le evlendikten sonra köye yerleşen Fatma, tefeci-tüccarların köylülerin ürünlerini nasıl ucuza aldıklarına, üretimden koparılan köylünün borç batağı içinde çalışmak zorunda olduğu maden ocaklarına ve köylerinin talan edilmek istenmesine bire bir şahit olur. Kadına biçilen geri rolün nasıl parçalandığını burada da görürüz.

Kitabın anlatımı akıcıdır ve olay örgüsü okuyucuyu kendi içine çekmektedir. Bahsettiğimiz farklı çelişkilerin de olay örgüsünün içine işlenmesi kitabın akışına daha rahat dahil olmamızı sağlamaktadır. Geliştirilebilecek yanları da var elbette, kişiler arası diyaloglar ve karakterler betimlemeleri iyi fakat yer yer tekrara düşen anlatımlar var. Tekrara düşen anlatımlar yerine daha az karakter ele alınıp bu karakterlerin yaşamı daha fazla betimlemelenebilir, zira kimi zaman tekrara düşüren yerler sloganik bir tarza bürünebiliyor. Ayrıca zaman ve mekanlardaki hızlı geçişler okuyucuya hissettirilmelidir.

Kimi tali eksikliklerine rağmen Kapan romanının en önemli yanlarından biri, akıcı olay örgüsü içinde, durumu anlatmanın ötesine geçerek bir çıkış noktasına işaret etmesidir. Örgütlü mücadelenin önemi ve devletin sınıfsal gerçekliği iyi bir şekilde işlenir. Kapandakiler kimi zaman bütün ceberut gücüyle karşısına çıkan devletin önünde güçsüz hisseder. Ancak kitapta vurgulandığı gibi “Çaresizliğin her yanı sardığı bir anda bir bakıyorsun ki umut yeşermiş”. İşte, ezilenler o umuda ve örgütlü kuvvete tutunup “kapanı” parçalayacaktır.

Mehmet Ali Atila Kimdir?
15 Eylül 1978’de Dersim merkezde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Dersim’de tamamladı.
Kasım 2012’de tutsak düşmesinden sonra sırasıyla Malatya E tipi, Tokat T tipi, İzmir ve Sincan F tipi Hapishanelerinde tutuldu. Hâlâ Tekirdağ 2 No.lu F tipi Hapishanesi’nde bulunmaktadır. Uzun süre devam eden yargılaması 2022’de ağırlaştırılmış müebbet cezası olarak onandı.
Kapan; F Tipi hapishanelerinin kısıtlı koşullarında yazılmış olup yazarın ilk romanıdır.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.