Günümüz yayın araçlarında, “Türkiye bir deprem ülkesidir” diye televizyonundan gazetesine, radyodan sanal medyasına kadar işin uzmanı olsun veya olmasın konu hakkında üretilen “bilgi yığınlarını” görmekteyiz. Ama şehirleşme ve deprem vb. afetlerin sonrasında koordinasyonun oluşturulması için ise komprador hâkim sınıfların ve onların siyasal iktidarları olan devlet aparatlarının sınıfta kaldığını adeta bir laboratuvar deneyiyle yaşamaktayız. Nitekim dün İstanbul Silivri merkezli 6,2 büyüklüğünde meydana gelen deprem, halk mı sermaye mi kulvarında turnusol kağıdı görevini üstlenmiştir diyebiliriz.
Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı ve sosyo-kültürel atmosferi etrafında şekillenen etmenler nedeniyle nüfus dağılımının türlü sorunla iç içe geçtiği İstanbul’da, ağır hasarlı ve can kayıplı olmasa da 6,2’lik deprem ve artçı sarsıntılardan oluşan silsilenin meydana gelmesi nedeniyle on binlerce insan, kendilerini evlerinden dışarıya atmak zorunda kaldı. Kaldı ama görülen manzara, insanların dip dibe kendine bir yaşam alanı bulma çabasıyla karışık eziyetti. İşte bu doğrultuda şehirde yaşayan kişi sayısı önem kazanmaktadır. TC’nin 2024 yılı nüfus sayımında İstanbul’un nüfusu 15 milyon 701 bin 602 olarak açıklandı. Bu istatiksel veriyle beraber İstanbul’da ikamet eden kişi sayısı 131 ülkeyi geçmiş oldu. Keza en küçük il ise 83 bin 676 kişi ile Bayburt oldu. Bu sonuçlar aslında ülkenin üretim ilişkilerinden kaynaklan objektif bir verinin kelimelere dökülmüş hâlidir. Bir tarafta gökdelen denilen saçmalık kulelerine sahip bir şehir; diğer tarafta ise ekilecek arazileri olmayan savan topraklara sahip şehirler…
Peki, bu bilgiler ışığında dünkü depremde insanlar ne gibi sorunlarla karşılaştı diye sorulduğunda cevap olarak yine ölüm ile sıtma arasında kaldı desek yeridir. İnsanca bir hayat yaşayamayan milyonların göç ettirildiği İstanbul’da yine insanlık onuruna yakışmayan evlerde yaşayan milyonların çaresizliği parklarda çözüm aradı. Deprem toplanma alanlarına gökdelen, alış-veriş merkezi, kenti griye boyayan çok katlı sözde yeşillik kokan siteler yapan sermaye sahiplerinin politikacıları aracılığıyla emekçiler, F Tipi hapishaneleri andıran küçücük alanlarda göğe bakmakta zorlandılar. Komprador burjuvazinin siyasal temsilcileri, sermaye sahiplerinin değneği olmalarından kaynaklı şevkle, toprak ve yeşillikten tutalım da gökyüzündeki maviliği dahi rant uğruna para babalarına peşkeş çektiler. Şehri apartman bombardımanıyla yaşayamaz hâle getiren egemenlerden ve onların siyasal kuklalarından bıkan İstanbul’da deprem ya da başka bir afet yaşanmasa da evler kendiliğinden çökmektedir. Toprak artık şehri taşıyamamaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi TC devletinin yöneticileri, şimdi bir de Kanal İstanbul diye adlandırılan rant projesini yeniden gündeme getirdiler. Hatta TOKİ (Toplu Konut İdaresi) aracılığıyla Sazlıdere civarında yapılaşma yasağına rağmen iş makineleriyle kıyım çalışmalarına başladılar. Sermayenin isteklerini yerine getirmede ANAP’a (Anavatan Partisi) nal toplatan günümüz iktidarı, o sermaye sahiplerinin istekleri doğrultusunda onlar için biçilmez bir kaftandır. Kendileri de bunu dile getirmekten çekinmiyorlar zaten ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’a ihanet ettiklerini itiraf etmişti.
Maraş merkezli depremlerde insanları ölüme terkeden devlet, İstanbul’da daha beterini yapacağının teminatını bu kapsamda ifade etmiştir. Deprem paralarını yediklerini ballandıra ballandıra dile getiren Maliye Bakanı; 6 Şubat depremlerinde interneti kesmek zorundaydık diyen Ulaştırma Bakanı; Malatya’da ve Samandağ’da halkın tapulu arazilerine çöken Çevre ve Şehircilik Bakanı… Tüm bu toplam, düşmanlık zehrini halka saçan zümrelerin özel kalem müdürüdür. Biz ise onların bize dayattığı ne ölüm zorbalığını ne de sıtma virüsünü kabul etmek zorundayız. Bizim kurtuluşumuz örgütlü mücadeleden, birleşik halk hareketinden geçmektedir. Öyle ki güçlü bir şiar ile kolektif düşüncemizin bilincinde olmalıyız ve onu daha da yüksek sesle egemenlerin kulağını patlatırcasına haykırmalıyız. O halk düşmanlarına karşı örgütlü bir toplum yaratıp çeşitli milliyetlerden halkımızla o asalak sınıfa ve onların gerici-faşist aparatlarına şunları demeliyiz:
Dün bizimdi, gün bizimdir; zafer de bizim olacak!
Konstantin Bakırcıyan