Devrimci mücadelede, sınıf savaşımında bu savaşa önderlik edecek, kitleleri iktidara taşıyacak partinin ideolojik çizgisi, teorik birikimi ve kitlelerin siyasal-sosyal pratiğini kendi deneyimi haline getirmesi olmazsa olmaz bir koşuldur. Görünürde birçok devrimci parti ve örgüt açısından bu noktada sorun yok gibidir. Çeşitli ideolojik açılımlar, teorik yazılar ya da konuşmalar ve kitlelerin pratiği adına bolca değerlendirmeler yapılmaktadır. Fakat meseleyi proletaryanın sahip olması gereken dünya görüşü açısından irdelediğimizde ve biraz daha detaya inip, derinlikli baktığımızda sorunun görünürdeki gibi olmadığı açıktır.
İdeolojik çizgi genel Marksist teori ve belirlemelerin alt alta konulup ifade edilmesi değildir. İdeoloji; ister stratejik, ister taktik, ister günlük olsun, tüm siyasal-sosyal pratiğe yön veren kavrama ve uygulama bütünlüğü isteyen bir şeydir. Ancak ülkemizde devrimci parti ve örgütlerin pratiklerine ve bu noktada ideolojik çizgilerine baktığımızda aynı bütünlüğü ve iç tutarlılığı göremeyiz. Bunun birinci nedeni de, devrimci hareketin hakettiği ölçüde fikir mücadelesine önem vermemesidir. Gerek ideolojik tartışmalar, gerek güncel taktik politikaların değerlendirilmesinde grupçu, bastırmacı bir yaklaşım belirgindir. İlk başta, üstünlük taşıyan, altı boş iddialı sözcüklerle oluşturulan bir üslup göze çarpıyor. Ki, bu üslup bahsettiğimiz iç tutarsızlığın doğal sonucu olarak gündeme geliyor.
Oysa ki, fikir mücadelesi yürütürken ilk yapılması gereken karşıdaki fikri ciddiye almaktır. Düşmanı, düşmanlık düzeyi ne olursa olsun ciddiye almazsanız ona karşı etkili bir savaş geliştiremez, taktik vs. oluşturamazsınız. Bu noktada elbette ideolojik mücadelede de ilk elde bir iddia ve güven olmalıdır. Karşıdaki fikri teorik planda altetme iddiası olmalıdır. Fakat, bu salt iddia olarak kalırsa, “ben yaptım, söyledim oldu” tavrıyla sınırlı kalırsa açıktır ki ukalalıktan öteye gitmez.
Bu kısırlığı salt devrimci parti ve örgütler arasındaki tartışmalarda görmüyoruz. Egemen sınıfların kitleleri etkilemek için geliştirdiği çeşitli politikaların eleştirilmesinde de aynı darlık kendisini gösteriyor. “Yalandır, demogojidir, yanılsamadır” deyip geçmek meseleyi basite almaktır. Doğrudur, egemenlerin özellikle medya aracılığıyla demogoji yaptıkları, yalan söyledikleri açıktır. Ancak, ne yapalım ki bu yalanlar, demogojiler halen kitleleri etkileyebiliyor. Öyleyse, bu şekilde kestirip atmak yerine bu noktada bu politik söylemler ne kadar yalan da olsa, demogojik de olsa bunlara karşı etkin ideolojik mücadele etmek daha doğru olmaz mı?
Bu meselede işin ciddiyetine vardığımızda görülecektir ki pratik çalışma tarzı da kökünden değişecek ve daha devrimci bir rotaya oturacaktır. Unutulmamalıdır, pratik aslolandır ama pratiğe yön veren de teoridir, ideolojidir. İdeolojinin doğru kavranması pratiğin de doğru ve etkili uygulanmasını beraberinde getirecektir.
Buraya kadar söylediklerimize THKO’nun ideolojik-politik duruşu iyi bir örnek oluşturuyor. THKO politik duruş olarak hakim sınıfların çizdiği politik çerçevenin dışına radikal devrimci bir tarzda çıkmış bir örgüt olarak tarihteki yerini aldı. Özellikle Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının şahsında boyun eğmeyen ve bu noktada da tutarlı bir duruşun sahibi oldu. Silahlı mücadeleyi savunma ve uygulama pratiği ile de doğru bir politik hat izledi. Zaten, düzen sınırlarının dışına çıktı derken anlatmak istediğimiz, izlediği bu politik hattı. Ancak THKO’nun ideolojik-politik çizgisi bir bütün olarak egemen sınıfların ideolojik-politik hattını hedeflemiyordu. Bunun en bariz örneğini yine bizzat THKO’nun belgelerinde görüyoruz: “Ulusal varlığımızı yok etmek isteyen emperyalizm ve yerli ortaklarına karşı, millici ve devrimci sınıfların takip etmesi gereken MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM stratejisi, hareketimizin çizgisidir. Diğer bir anlamıyla, bütün millici sınıf ve tabakaların ortak devrim anlayışı, Milli Kurtuluş Savaşı’nın, bu savaşı ve onun başındaki Mustafa Kemal’i yok edici, ortadan kaldırıcı bir düzen kuran karşı-devrimci gerici ittifaka karşı yapılmış 27 Mayıs ihtilalinin ve 1961 Anayasasının bir devamı ve tamamlayıcısıdır.” (Aktaran: İlhan Akdere, Zeynep Karadeniz, Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi 1, sf. 315)
Bu ifadenin daha açığını Deniz’lerin avukatı Halit Çelenk özetlemiştir: “Bu gençler ise, ta başından bu yana 1961 Anayasası’nın tastamam uygulanmasını, anayasadaki hak ve özgürlüklerin korunmasını ve ’61 Anayasısı’nın kaldırılmaması, değiştirilmemesini savunuyorlardı. Eylemlerinde, bildirilerinde, hatta soruşturma safhasında verdikleri ifadelerde, daima bunu belirtmişlerdi.” (Aktaran: Aydın Çubukçu, Bizim 68, sf. 183)
Tabii ki THKO’nun teorik-pratik tarihini salt bu örneklerle özetlemek ve eleştirmek doğru olmaz. Fakat yukarıda alıntılanan bu düşünceler bizzat THKO önderliği tarafından dile getiriliyorsa bunu atlamak da mümkün değil.
Görülüyor ki bu noktada THKO özel mülkiyet ilişkilerini ve bunun ülkemizdeki somut biçimi olan feodalizmle geniş halk yığınları arasındaki çelişkiyi hedef almak yerine, bu çelişkiden kaynaklanan kaba sömürü biçimlerini hedefliyordu. Bu yönüyle bile THKO devrimci bir politik duruş ve demokratik bir çizgiye sahiptir. Ancak görüldüğü gibi, kendi tutarlılığında küçük burjuvazinin taleplerini dahi tam olarak ifade edememiştir.
THKO’nun devamcısı olan, bunu iddia eden ve varlığını günümüzde sürdüren parti ve örgütler bu noktada THKO’nun ideolojik-politik hattını geliştirmiş, daha ileri bir düzeye getirmiştir. Ancak THKO’nun bu temel ve bariz çelişkisini gizleyerek ve hoşgörerek THKO’nun bıraktığı destansı direnişin gölgesinde kalınarak, o süreci olduğu gibi kabul ederek aslında tamamen ondan farklı ve kopuk ideolojik-politik bir program ve hat oluşturdular. Ancak THKO’nun mirasına sahip olmak adına onu doğru dürüst eleştirmeden kabul etmek gibi bir basitliğe düştüler. Bu nedenle de sadece övgülerle dolu bir tarihsel geçmişe sahip olduklarını düşünerek, başta belirttiğimiz tutarsızlığın taşıyıcısı ve yaratıcısı oldular.
Komünist partisi açısından sorunu ele alacak olursak, komünist partisi de sorunsuz değildir. Sahip olduğu doğru ideolojik-politik hattı geliştiremedi ve bütünlüklü bir şekilde uygulayamadı. Ancak, gelinen aşamada yaklaşık 30 yıllık tarihin doğru bir değerlendirmesini yaparak yine yukarıda bahsettiğimiz ideolojik-politik bütünlüğün oluşturulması için büyük bir adım attı.
Bu otuz yıllık tarih ve komünist partisi açısından da dediğimiz gibi gel gitlerle doludur. Ancak yine de ciddi bir birikimdir. Ve geçmişe hayıflanmak, “olmamız gereken yerde değiliz” diyerek üzülmek yerine bugüne ve yarına bakmak ve ortaya konan çizgiyi kavramak ve uygulamak bugün için kendi adımıza en doğru politik duruş olacaktır.
Evet, keşke programımızı bugüne kadar uygulayabilseydik. Fakat, bu ciddi bir politik tespit değildir. Uygulanmamışsa bunun nedenlerini doğru anlamak zorundayız. Çünkü ideolojik-politik görevler “keşke”lerle yerine getirilemez. Tarihsel süreçlerde her doğru fikrin, programın ortaya konması tek başına yeterli olmuyor. Bu fikrin ya da programın oturması için istesek de istemesek de belli bir sürenin geçmesi gerekiyor. Elbette geçmiş tarihimizde doğru önderliklerin oluşmasıyla doğru müdahalelerin yapılması olanağı yok değildi, vardı. Fakat bu olmamışsa, dediğimiz gibi bir sürecin olumluluk ve olumsuzluklarıyla birlikte işlemesi gerekiyormuş. Basit bir şeyden bahsetmiyoruz. Herhangi bir demokratik partinin programından ya da küçük burjuvazinin devrimci taleplerinden bahsetmiyoruz. Sözkonusu olan komünist partisinin tarihi ve onun programı.
Bu programın doğruluğunu, yanlışlığını tartışan, temelden reddeden çok oldu tarihimizde. Ancak, programımız ne kadar çürütülmek istense de onu zamanın akışı içerisinde her çürütmek isteyenin ortaya koyduğu gerekçelerle programımızın temel yönleriyle ispatı oldu. Yani, programımızı çürüttüğünü iddia eden her belge, bir öncekinin yanlışlığının ispatı olarak programımızı doğruladı.
Bugün komünist partisinde ciddi bir ideolojik birikim vardır. Bu onun tarihinde somutlanmıştır. Ancak, bu ideolojik birikim ve ulaştığı nokta geliştirilmek ve artık yanlış alışkanlıklardan kurtulunarak bütünlüklü bir şekilde mücadele ve yaşam pratiği olarak kitlelerde maddi güce dönüştürülmek zorundadır. Demek ki, programın kitlelerle buluşması sorunu vardır. Demek ki, bu ideolojinin taşıyıcısı kadro ve militanların kitlelerle buluşması sorunu vardır.
Sonuç olarak farklı bir şey söylemeyeceğiz. Doğruda ısrar edeceğiz. Ancak, bu ısrarı geçmiş hatalı ve zaaflı alışkanlıklarımızla değil, mevcut gerçekliğimizi kavrayarak daha sistemli ve profesyonel bir çalışma tarzıyla gerçekleştireceğiz. Ve her şeyden önemlisi, bir fikrin temsilcisi olduğumuzu unutmadan bu görevi gerçekleştireceğiz. Ülkemizde, ister aydınında olsun, ister diğer devrimci parti ve örgütlerde olsun fikir mücadelesinde yaşanan kısırlığı ancak ve ancak komünist partisinin pratiği aşacaktır. Bu bilinçle sınıf savaşımının ve onun somut ifadesi olan devrimci savaşın kızgın pratiğinde olacağız… Sorun gayet açık…