Devrimciler arası şiddet ve komünist tavır

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Devrimciler* arası şiddet dönem dönem yeniden hortlamakta ve devrimci sınıf savaşımının gelişimini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Devrimciler arası şiddet Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci tarihinde sıkça rastlandığı gibi doğrudan politik parti ve örgütlerin birbirine dönük saldırıları ile yaşanırken dönem dönem de kitle örgütlerinde sandalye koltuk kapma meseleleri için dolaylı olarak yaşanmakta. Ancak hangi nedenle ve hangi düzeyde yaşanırsa yaşansın devrimciler arası şiddet sınıf savaşımına zarar vermekte ve devrimci hareketin kitlelerle olan ilişkilerini zayıflatmakta ve marjinalleşmesine yol açmakta.

Devrimci şiddettin kaynağında küçük burjuvazinin sekter, grupçu ideolojik bakış açısı ve politik çizgisi vardır. Sonuçta bir burjuva ideolojisidir ve kesinlikle ben merkezci, sınıf savaşımının genel durumunu hesaba katmayan, devrimin ve halkın çıkarlarını gözetmeyen, proletarya ve halk demokrasisi anlayışından uzaktır.

TÜMTİS ile Nakliyat-İş sendikaları arasında, geçmişi birkaç yıla dayanan ve onlarca işçinin yaralanmasına ve ölümlere yol açan şiddet de basit bir sendikal kavga değildir. Sarı sendikacılarla ya da faşistlerle (resmi ya da sivil) değil, devrimciler arası yaşanan ve halk arasındaki çelişkiler kapsamına giren sorunlardan dolayı yaşanan bir şiddettir. Halk arasındaki çelişkiler olmasına rağmen çözüm için şiddete başvurulması devrimci ideolojinin, bilimsel dünya görüşünün değil oportünist küçük burjuva ideolojisinin taraflara hakim olduğunu göstermektedir. Her oportünist, reformist veya revizyonist hareket ya da akım bu tür yanlış politikalar uygulamamakta. Ancak böylesi yanlış bir politikanın uygulayıcılarına bakıldığında mutlaka arka planında ideolojik bir sorun vardır ve kaynağını küçük burjuvazinin ben merkezci dar dünya görüşünden almaktadır.

Kitle çizgisi oturmuş, proletarya ve halk demokrasisi anlayışı net bir politik parti ya da ideolojik akım kesinlikle ve kesinlikle halk arasındaki çelişkilerin çözümünde şiddete başvurmaz, başvurmadığı gibi bunu anlayış olarak savunmaz. Hem pratik hem de teorik olarak ister kendine yönelik olsun, ister kendi dışında gerçekleşsin bu tür yanlış politikalara tavır takınır. Yani benim dışımda gerçekleşiyor diyerek görmezden gelmez. Ya da ben nasılsa bunu savunmuyor ve uygulamıyorum diyerek yaşananlara sessiz kalamaz.

Örgüt içinde, örgütsel ayrılıklarda ya da farklı ideoloji ve programa sahip parti ve örgütler arasında nedeni ne olursa her türden şiddet içeren, fiili olarak şiddet içermese de tehditvari açıklamalar parti ve örgütler arasındaki ideolojik tartışmaların ya da ideolojik mücadelenin aracı olamaz. Ancak görmekteyiz ki, bir çok parti ve örgüt kendisinden ayrılan ya da kendisinin atmış olduğu örgütleri çoğunluk olmanın verdiği avantajla tecrit etmeye çalışmakta ve bunun için bu örgütlerin yayınlarının dağıtılmasını engellemekte, halka açık çağrısı yapılan eylemlere gelmesini ve katılmasını, kendisini ifade etmesini engellemeye çalışmakta. Yani bir yandan halka bir eyleme katılması için çağrı yapılırken, halkın içinden gelen ve kendisini bir şekilde örgüt olarak ifade eden bir grubu o eylemden yalıtmaya çalışmak gibi tamamiyle tutarsız ve çarpık bir politika yıllardır devrimci saflarda uygulanmakta ve ideolojik mücadele adına savunulmaktadır.

Bu satırları yazdığımız için bizleri ayrılanların ya da örgütlerden atılmış grupların sözcüsü ya da avukatı olarak suçlayanlar olacaktır. Bu tür suçlamalar yersiz olduğu gibi doğruları savunmamız ve uygulamamız önünde engel de değildir. Faşist diktatörlük koşullarında ya da dünyanın her hangi bir sömürüye dayalı devletinde proletaryanın ve halkın örgütlenme hakkı için can ve kan bedeli mücadele edeceksin, ama diğer yandan bu örgütlenme hakkı için kendin çeşitli kıstaslar getireceksin. Bu proletarya ve halk demokrasisi anlayışı değildir. Çünkü ideolojik ve politik önderlik proletarya ve halk içinde tamamiyle gönüllü birlikteliğe, ideolojik-politik güvene dayanmak zorundadır. Bu sosyalizm şartlarında dahi böyledir. Proletarya partisinin adayları dışındaki adaylar da herhangi bir devlet organı için yapılan seçimde proletarya partisinin adayları kadar eşit şansa sahiptir/sahip olmalıdır. Bu olmadığı takdirde sadece proletarya partisinin adaylarının seçimlere katıldığı bir seçim gerçek anlamıyla bir seçim olmayacaktır. Bu şekilde halka sadece noter muamelesi yapılacaktır.

Sorun görüldüğü gibi basit bir sorun değildir. Doğrudan halk demokrasisi ve sosyalizm anlayışını ilgilendiren önemli bir sorundur. Bunun için yayınlarımızda ısrarla üzerinde duruyor ve yaşanan gelişmelere tavır takınılması için uyarıyoruz. Kongra-Gel’in Dersim’de MKP’ye bağlı HKO gerillalarına ve kitle ilişkilerine yönelik tehditvari açıklamaları ve saldırı pratiği ne kadar karşı devrimci bir pratik ve politika ise; aynı şekilde TÜMTİS ile Nakliyat-İş sendikaları arasında yaşanan şiddet olayları da karşı-devrimci pratiklerdir. Yanlış anlaşılmasın, ne Kongra-Gel karşı-devrimci bir partidir ne de TÜMTİS ile Nakliyat-İş sendikalarında karşı-devrimci pratik sergileyenler. Altını çizdiğimiz gibi, özgülde uygulanan karşı-devrimci bir pratiktir ve bu nedenle teşhir edilmesi tavır takınılması zorunludur. Bu karşı-devrimci pratikler açık ve net bir şekilde eleştirilip tavır takınılmadıkça halkın sadece olayın muhataplarına değil, bir bütün olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist ve devrimci hareketine karşı güveni sarsılacaktır, ki bugüne kadar yaşanan pratiklerden dolayı da sarsılmıştır.

Devrim mücadelesi sadece eskimiş, köhnemiş sömürücü sınıfların devlet aygıtını yok etmek, parçalamak değildir. Bu meselenin sadece bir yönüdür. Esas mesele devrim denilen bu muazzam alt üst oluşta toplumun her gözeneğine girmiş burjuva ideolojisini alt etmek ve onun kendisini var etme koşullarını bir bütün olarak ortadan kaldırmaktır. Bunun için altyapıyı ya da toplumsal ilişkileri yeniden düzenlemek kadar, ki bundan daha zor olan kitlelerdeki ideolojik dönüşümü sağlamak bir devrimin en önemli görevidir ve aynı zamanda kendisidir. Kitlelerdeki ideolojik dönüşüm sağlanmadıkça, yeni toplumsal ilişkileri yaratmak ya da yeniden düzenlemek sadece şekli olarak kalacaktır ki bu da geriye dönüşlerin zemini olacaktır.

Bir devrimci politik hareket halk içerisinde etkin olmak istiyorsa bunu kendisine rakip gördüğü diğer partilerin güçlerine ya da varlığına saldırarak sağlayamaz. Bir kitle örgütünde yönetim diğer adayları engelleyerek alınamaz. Belki bu şekilde başka aday olmadığı için zorla yönetim olmuş olabilirsiniz, ama kesinlikle o kitle örgütündeki kitlelerinin önderi ya da yöneticisi olamazsınız. Sadece şekli olarak bir kurumun olanaklarından yararlanırsınız ki kitle desteğini yitiren bir yönetim de kısa bir zaman sonra kurumun sağladığı diğer olanakları da zaman içerisinde yitirecektir. Ya da bir mahallede siz diğer devrimci politik hareketlerin faaliyetini zorla engelleyebilirsiniz ve bununla kısa zaman için bir sonuç da alabilirsiniz ama uzun vadede o mahallede kurulan örgütlenme yıkılmaya mahkumdur ve sonuçta bu tarz her şekilde kaybettirici olacaktır. Çünkü gönüllü bir güvene dayanmamaktadır. Zora dayanmaktadır. Ve zora dayalı her ilişki daha büyük bir zor karşısında yıkılmaya mahkumdur.  Çünkü çimentosu zordur ve daha büyük bir zor o çimentoyu yıkmaya muktedirdir. Oysa ki dünyada aşılamayacak tek barikat ve engel bilinir ki insan iradesidir. Sağlam bir devrimci irade ise ancak gönüllülük temelinde ve bilinçle sağlanır. Bilgi ile irade kaynaştığı noktada yıkılmaz tek engeli oluşturur. Bu nedenle devrimci teorinin yığınlarda maddileşmesinden, maddi bir güç olmasından bahsetmiştir ustalar.

Devrimci mücadele elbette bir zor hareketidir. Ancak bu zor halk içindeki güçlere yönelik değil sömürücü egemen sınıflara ve onların uşaklarına karşı uygulanmak zorundadır. Emperyalizme, büyük toprak ağaları ve komprador kapitalistlere yönelik her türlü şiddet hareketi doğru bir zamanlama ve yöntemle uygulandığından her şekilde meşrudur. Ancak emperyalizme ve egemen sınıflara yönelik şiddet dahi sınırsız, hedefsiz bir şekilde uygulanamaz. Çünkü Mao yoldaşın da dediği gibi insan başı pırasa değildir. Devrimci mücadele karşı-devrimin önüne çıkardığı her türlü zor engelini ancak zorla aşacaktır. Ancak bunu yaparken bugün sınıf düşmanlarımızın yaptığı gibi esirlerine işkence edemez. Ya da hedef durumdaki politik-askeri bir kişiliğin ailesi bir bütün olarak hedeflenemez. Bu sınırlı birkaç örnekten de anlaşılacağı üzere, devrimin yeminli düşmanlarına yönelinilirken dahi belli ölçüler vardır ve bunlara kesinlikle uyulmalıdır.

1980 öncesi daha yaygın olarak yaşanan devrimciler arası şiddet bugün en azından fiili yoğunluğu itibariyle azalmış olarak görülmektedir. Ancak bu sorun ideolojik olarak ciddi oranda aşılmış değildir. Çünkü 1980 öncesine göre ufak tefek sayılan olaylara bakıldığında ideolojik olarak meselenin yeterince bilince çıkarılmış olmadığı görülmektedir. 1980 sonrası neredeyse tüm devrimci hareket devrimciler arası şiddet sorununu ele almış ve kendince özeleştiri vermişti. Ancak anlaşılmaktadır ki verilen özeleştiri yüzeyseldir. Bunu özellikle ayrılıklar sonrası yaşanılan gelişmelerde görmek mümkündür. Kullanılan üslup, olayları değerlendirme ve ayrılan gruba yönelik yasakçı politikalar gütmek eski hastalığın bugün inceltilmiş bir biçimde devam ettiğini göstermektedir. Demek ki devrimci hareketten bir veya birkaç grup biraz daha güçlense belki de 1980 öncesi pratik aynı şekilde yaşanacak. Ki Kongra-Gel pratiğinde bunu da görmek mümkündür. Kongra-Gel halk içerisindeki onca desteğine rağmen Kuzey Kürdistan’da kendisinin dışında gelişen hareketleri ya kontrol etmeye çalışıyor, ya da kontrol edemediği hareketleri ise yakın zamanda Dersim’de MKP’ye yöneldiği gibi şiddetle engellemeye, bastırmaya çalışıyor. Bir de bunu devlete ve onun kurumlarına en çok barış mesajları verdiği dönemde yapıyor.

TÜMTİS ve Nakliyat-İş sendikaları arasında yaşanan gelişmelerde de durum farklı değil. Olayın taraflarından EMEP seçimlerde bir düzen partisi olan SHP ile seçim bloğu yapmaktan çekinmezken, bir işkolu alanındaki farklı gruplara tahammül edememekte. Aynı EMEP diğer yandan da Dersim’de Kongra-Gel’in komünistlere yönelik saldırganlığına da çanak tutmaktaydı. Görülmektedir ki 1980 öncesinde devrimciler arası şiddet uygulamakta sicili kabarık olan EMEP için yaşanılan onca olay onlar açısından ders çıkarıcı bir nitelik taşımamakta. Ki 1990’ların başında PKK, kendi önceli güçlere saldırdığında aşırı tepki göstermiş ve bu saldırganlığı en uç boyutları ile değerlendirmekten de çekinmemişti. Ancak nalıncı keseri mantığı ile hareket ettiğinden bugün başkalarına yapılan saldırılara çanak tutmakta veya kendisi saldırmaktan çekinmemekte.

Devrimciler arası yaşanılan şiddette sözlü ya da fiili saldırıya, yasakçı politikalara bahane bulmak da kolay; safları böldüler, emperyalizme ve faşizme hizmet ediyorlar vs vs.

Devrimci mücadele içerisinde uygulanan yanlış politikalar, taktik hatalar elbette objektif olarak düşmana hizmet etmektedir. Bazı hareketler ideolojik olarak düşman tarafından dolaylı olarak yönlendirilebilmekteler de. Devrimci safları bölen, parti ve örgütleri güçten düşüren yanlış zeminde gerçekleşen her ayrılık doğrudur, objektif olarak düşmana hizmet etmektedir. Ancak böylesi her pratiği ya da karşı-devrimci pratiği cezalandıracak olsak Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketinin tarihinde sicili temiz tek bir parti ve örgüt bulunamaz. Bölünmeler, ayrılıklar, farklı ideolojik-politik çizgilerin oluşmasının farklı nedenleri vardır. Devrimci ve komünist bir partinin kuruluşunun kendine göre objektif ve subjektif tarihsel koşulları vardır. Bazı hareketler daha doğarken yok olmaya mahkumdurlar. Ve çoğu çevre bugün dergi çevresi düzeyindedir. Bunların varolması veya çok olması devrimci harekete sanıldığı kadar zarar vermemektedir. Ya da şöyle diyelim, bu çevrelere uygulanan yasakçı, şiddet içeren politikalar kadar zarar vermemektedir.

Güncel bir örnek verelim. Osman Öcalanların ABD emperyalizminin güdümünde ve desteğinde kurdukları parti, komprador medyada Kongra-Gel’in kendilerine yönelik saldırıları ile daha fazla yer bulmakta. ABD emperyalizmi tarafından desteklendikleri ve yönlendirildikleri için komprador medya bu partiye oldukça önem verdi ve Osman Öcalan alternatif olarak sunuldu. Bununla birlikte bu parti halk içerisinde ciddi bir taban da bulamadı. Ancak Kongra-Gel’in saldırıları sürdükçe taban bulması da muhtemel olacaktır. Çünkü Kongra-Gel’in halk tarafından da kabul görmeyen bu yanlış anti-demokratik politikası Osman Öcalanları meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramamakta ve onların bu yanlışını iyi kullanan tamamiyle reformist bu işbirlikçilere yaramakta. Oysa ki ideolojik mücadele ile bunların ipliklerini çok daha iyi bir şekilde açığa çıkarmak mümkündür ki halk tarafından bunların kime hizmet ettikleri de iyi bilinmekte.

Neden olarak ne açıklanırsa açıklansın, halk arasındaki çelişkilerin çözümünde şiddet hiçbir zaman bir çözüm aracı olamaz ve Maoist komünistler bu durumda muhatapları kim olursa olsun bu yanlış pratiğe karşı tavır almak ve kitleleri uyarmak zorundadır. Saldırılar ister doğrudan Maoist komünistlere yönelik olsun, ister başka parti ve örgütlere yönelik olsun, Maoist komünistler açısından sorunun özü değişmemektedir ve her iki durumda da karşı çıkılacaktır. Elbette meseleleri kaşıyıcı bir tarzda değil, dostluk, ideolojik mücadele temelinde tavır takınılmalı ve sahibi kim olursa olsun özgüldeki karşı-devrimci pratikler teşhir edilmelidir. Tarihimizde Maoist ideolojik hattımızın sonucu olarak her zaman için uyguladığımız bu doğru politik yaklaşımı birinci kongrede daha üst seviyede bir bilinçle geliştirmiş bulunuyoruz. Bu nedenle konuyu önemsiyor ve yeri geldikçe yayınlarımızda işliyoruz. Çünkü komünistler grupçuluğa, sekterizme karşı sürekli ve uyanık bir şekilde mücadele etmek zorundadır.

Bunların yanısıra hemen belirtelim ki, devrimci platformların yakın zaman önce Kongra-Gel’in MKP’ye yönelik saldırılarına tavır takınması bu yönüyle olumlu bir adım olarak atılmıştır. Aynı ortak anlayış ve politikanın geliştirilmesi ve konumuz özgülünde ele aldığımız her olay için geliştirilmesi için devrimci parti ve örgütlere yönelik de ideolojik mücadele görevlerimizi aksatmadan sürdüreceğiz.

Aynı duyarlılıkla devrimci hareket TÜMTİS ve Nakliyat-İş sendikaları arasında  yaşanan gelişmelere de tavır almalı ve tarafları bu yanlış politik tutumu sürdüğü müddetçe teşhir ve tecrit etmelidir.

* Bu yazıda ismi geçen kimi parti ve örgütler reformist bir hatta bulunsa da genel konumları itibariyle devrim cephesi içerisinde yer aldıklarından genel bir ifade ile devrimciler tanımı kullandık. Konunun ana fikri anlaşılsın diye hareketlerin siyasal plandaki duruşlarından ziyade onunla ilgili de olsa konumuzla ilgili duruşları ön plana çıksın diye genel bir ifade kullanımı ile yetindik parti ve örgütlerin tek tek siyasal duruşlarını değerlendirmediğimizden bu noktada detaya inmedik.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.