Çürüyen Düzen ve Filizlenen Direniş: Örgütlü Yaşam, Özgür Yarınlar

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye, çürümenin tüm renklerini aynı anda yaşıyor. Kadınlar sokak ortasında katlediliyor, işçiler patronların açgözlülüğü uğruna can veriyor, çocukların emeği sömürülüyor, zeytin ağaçları maden şirketlerinin iştahına kurban ediliyor, hayvanlar sistematik şiddete maruz bırakılıyor. Bu sadece bir yönetim krizi değil; insanın doğayla, emekle ve kendi geleceğiyle kurduğu bütün bağların koparılmaya çalışıldığı topyekûn bir yıkım projesi.

Her sabah yeni bir kadın cinayeti haberiyle uyanıyoruz. Her ay yüzlerce işçi, “kaza” denilen cinayetlerle hayatını kaybederken çocuklar okul sıraları yerine tarlalarda, atölyelerde ve sokaklarda çalışmaya zorlanıyor. Termik santrallerin zehri çocukların ciğerlerine dolarken beton kuleler ormanların üzerine çöküyor, buna da “kalkınma” diyorlar. Çocuk işçiliği, ucuz emek uğruna geleceklerin çalındığı bir suçtur. Hayvanlar, sırf sokakta yaşıyor diye zehirleniyor, katlediliyor; bu şiddet sarmalının bir parçası haline getiriliyorlar. Tüm bunlar olurken iktidarın dili, sömürüyü ve şiddeti meşrulaştıran bir nefret söylemine dönüşüyor.

Peki, bu düzen bu kadar çürümüşken nasıl ayakta kalabiliyor?

Cevap basit: Şiddet örgütlü, direniş dağınık. Gezi’yi hatırlayın: Bir parka sahip çıkma isteği bir anda bütün ülkeyi saran bir isyana dönüşmüştü. Çünkü orada biriken öfke ortak bir dil bulmuştu. Bugün de kadın hareketinde, işçi direnişlerinde, çocuk işçiliğine karşı mücadelede, ekoloji hareketinde ve hayvan hakları savunucularında aynı potansiyel var. Ancak bu öfke dağınık kaldıkça sistem kendini yeniden üretmeye devam ediyor.

İşte tam da bu yüzden örgütlü olmak bir tercih değil, zorunluluktur. Kadınlar örgütlendiğinde “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!” dediğinde erkek şiddeti geriliyor. İşçiler sendikalaştığında, grevler büyüdüğünde patronlar geri adım atıyor. Köylüler topraklarını savunmak için bir araya geldiğinde zeytin ağaçları katliamdan kurtuluyor. Çocuk işçiliğine karşı mücadele yükseldiğinde gelecekler çalınmaktan vazgeçiliyor. Hayvan hakları savunucuları sokaklara çıktığında katliamlar durmak zorunda kalıyor.

Fakat unutmamalıyız ki bu düzenin çarkları reformlarla, yasal düzenlemelerle ya da liberal vaatlerle durmayacak. Tarih bize gösterdi ki iktidarlar ancak kitlesel, radikal ve örgütlü mücadeleyle geriletilebilir. Şirketlerin “sosyal sorumluluk projeleri”, devletin “ılımlı açılımları” ya da sistem içi muhalefetin “uzlaşma” retoriği, köklü bir değişim vaat etmiyor. Çünkü bu düzen, kendini yeniden üretmek için tam da böyle “ılımlı” kanalları kullanıyor.

1 Mayıs bu yüzden sadece bir anma değil, bir buluşma çağrısıdır. Tüm bu dağınık direnişlerin birbirine kenetleneceği, güçlerini birleştireceği bir milattır. Çünkü kadın cinayetlerine, iş kazalarına, çocuk emeğinin sömürüsüne ve doğa katliamlarına karşı verilen mücadele aslında aynı gerçeğe işaret ediyor: Yaşamak istiyoruz. Ve bu yaşam hakkı ancak örgütlü mücadeleyle kazanılabilir.

Bugün karanlık gibi görünebilir. Ama tarih gösteriyor ki örgütlü bir avuç insan tüm denklemleri değiştirebilir. Gezi’de bir parkın etrafında kenetlenenler bir anda bütün ülkeyi sarsmıştı. Bugün de her direnişte aynı potansiyel var. Yeter ki reformizmin pasifize edici diline kanmayalım, yeter ki gücümüzü birleştirip sistemi kökünden sarsacak bir mücadeleyi büyütelim.

Çünkü gerçek kurtuluş, örgütlü olmaktan ve düzenin bize dayattığı “ılımlı” çözümlerin tuzağına düşmemekten geçer. Çünkü biz ancak bir arada güçlüyüz. Ve biliyoruz ki bu karanlık da geçecek. Ama geçmesi için mücadele etmekten, örgütlenmekten, birbirimize kenetlenmekten ve asla taviz vermeyen bir direniş hattı örmekten başka şansımız yok.

Yaşamak için örgütleniyoruz. Özgürlük için isyan ediyoruz. Çünkü biliyoruz: Hiçbir zincir kırılamayacak kadar güçlü değildir!

Şiyar Mercan

Bu yazı ilk olarak Öncü Partizan’da yayımlanmıştır.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.