Kürt sorununda yeni bir süreç, Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’teki çıkışının ardından İmralı ziyaretleri ve Öcalan’ın “tarihi çağrı”sı ile başladı. Kürt ulusal hareketinden olumlu açıklamalar gelirken devletin tutumu değişmiyor. Gözaltılar, operasyonlar ve baskılar devam ediyor. Bu durum, “barış” sürecinin ne kadar çelişkili ve karmaşık olduğunu gözler önüne seriyor.
Devlet ile Kürt ulusal hareketi arasında bir “barış” mümkün olsa da bu gerçek ve kalıcı bir barış olmayacaktır. Çünkü Kürt sorunu, ulusal baskının son bulması ve Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce tayin etmesiyle çözülür. Bu sağlanmadıkça ne eşitlik ne de özgürlük olur. Devletin Kürt ulusal hareketiyle anlaşması, devletin faşist niteliğini değiştirmez. Faşizm, farklı tonlarda uygulanmaya devam eder. Bu nedenle devrimcilerin görevi değişmez: Devrim için mücadele etmek.
Türk, Arap, Kürt ve tüm azınlık işçi sınıfının ortak çıkarları esastır
Hepimiz aynı sömürü sisteminin altında eziliyoruz. Ulusal ayrılıklar ve düşmanlıklar, işçi sınıfının birliğini zayıflatmaktan başka bir işe yaramaz. Kürt sorunu, sadece Kürtlerin değil tüm bölge halklarının sorunudur. Bu nedenle Türk, Arap, Kürt ve tüm azınlık işçi sınıfı olarak omuz omuza mücadele etmeliyiz.
Devrimci Bir Çözüm
Gerçek ve kalıcı bir barış için, sadece devlet ile Kürt ulusal hareketi arasında bir anlaşma yeterli değildir. Sorunun köküne inmek ve sistemi değiştirmek gerekir. Emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve her türlü baskıya karşı mücadele etmeliyiz. Bu mücadele ezilen halkların ve işçi sınıfının ortak mücadelesi olmalıdır.
“Barış” süreci, Kürt sorununda önemli bir aşama olarak görülebilir. Ancak bu sürecin gerçek bir barışa dönüşmesi için işçi sınıfının devrimci mücadelesi şarttır. Türk, Arap ve Kürt başta olmak üzere tüm işçi sınıfı olarak birleşmeli ve kendi kaderimizi kendi ellerimize almalıyız.
Bugün Türk egemen sınıf bloğu tarafından “çözüm” olarak sönük de olsa parlatılan yaklaşım, ulusal hareketin dinamik yanlarının tasfiyesinden başka bir şey değildir.
DEM üzerinden bunun böyle olmadığına dair tüm iyiniyetli zorlama izahlar, her gün bir yenisi atanan kayyımlar, gözaltı ve tutuklamalarla tersinden tescillense de Kürt ulusal hareketinin “konforlu” alanlarında sürece dair inisiyatif almaya çalışan bir orta sınıf eğilimi, politik parkurda faşist Bahçeli’nin elini bir “barış eli” olarak tutmak için ciğerlerini zorlayarak koşmaya devam ediyor.
Orta Doğu’da Esad sonrası Suriye’nin politik dizaynı üzerinden yeniden belirlenen güç ilişkileri, ABD patentli yeni bir yaklaşımı AKP/MHP eliyle Kürt ulusal hareketine dayatmaktadır.
Yeni Suriye’de HTŞ şemsiyesi altında toplanacak güç dinamiğine PYD/YPG’de dahil edilecek, esasta ABD Israil’in bölgesel çıkarlarına hizmet edecek, yeni iş birlikçi uşak bir hükümetin mikro düzeydeki hamiliği de Türk devletine bırakılacaktır. Bunun için istenilen adım ise İmralı ile adı, biçimi, içeriği belli olmayan “gelsin bu işi bitirdim desin” şeklinde bir tasfiye planının “Kürt Halk Önderi” marifetiyle hayata geçirilmek istenmesi durumudur.
Kuzey’de yani Türkiye cephesinde tasfiyesi ilan edilmiş PKK’nin, yerini legal siyaset üzerinden tamamen devletin yasal sınırlarına bırakıp hiçbir statü ya da somut bir kazanım elde etmeden harakiri yapması istenirken Rojava’da HTŞ’den her açıdan daha güçlü ve meşru PYD önderliğindeki YPG; ABD-AKP destekli yeni Suriye rejiminde eritilip hiçbir somut statü, kazanım, bir anayasal güvence elde edilmeden iş birlikçi cihadist özlü yeni sisteme monte edilecektir.
Burada Kürtler açısından hiçbir kazanım bulunmamaktadır. Bu böyle iken gerçek bir “müzakere”, somut kazanım olacak(mış) gibi tur atan diplomatik heyetlerin gülücüklerle gerçeklere inat “ciddi” beyanatlarda bulunması akıllara hiçte hayra alamet şeyler getirmemektedir.
Bizlerin ulusal soruna dair çözüm perspektifimiz programımızda da çok net ifade edildiği gibi tam hak eşitliği temelinde UKKTH’nın (ulusların kendi kaderini tayin hakkı) tanınmasıdır. Dün olduğu gibi bugün de biz sınıf savaşımı temelinde diğer şeylerin yanında bunun için de yani Kürt ulusunun KKTH için de mücadele ediyoruz.
Doğrudur, Kürtler nasıl isterlerse kendi kaderlerini o şekilde tayin ederler. Biz son tahlilde buna saygı duyarız. Ama bir şartla, kendi ideolojik politik eleştiri özgürlüğümüzle, hakikati dile getirme görevimizi yerine getirmek şartıyla. Kürtlere olanın, sunulanın gerçek ulusal bir özgürlüğü karşılamadığını, olması gerekenin “olan”la ikame edilip ödenen onca bedelin, harcanan maliyetin kazanımının bu olmaması gerektiğini anlatmak bizim için ilkesel bir görevdir.
Kürt ulusal hareketi esasta yoksul Kürt köylüsünün, yanında en dipte kalan emekçilerin fedakar ve cefakar emeğiyle, can bedeli mücadelesiyle bu günlere geldi. Kaşıkla toplanan değerlerin, kazanımların kepçeyle Türk hâkim sınıflarının en Kürt düşmanı, en faşist iktidarına sunulması kabul edilebilecek bir “çözüm” değildir. Bu olsa olsa Kürt ulusunun mücadele tarihi içinde palazlanan yeni “egemen” orta sınıfının eski efendisi Türk devleti elitleriyle helalleşip yeni bir denklem içinde çıkar ortaklığını sömürgeci devlet lehine kabul-teslim anlaşmasıdır.
Bu konuda devrimci uyarı görevimizi yerine getirmeye; sınıfların, ulusların, cinslerin, doğanın, hatta börtü böceğin gerçek özgürlüğünü sağlayacak kapitalizme karşı sosyalizm mücadelemizi sürdürmeye, gelişip güçlendirmeye; bu temelde sınıf düşmanlarımızla, sömürgeci faşist Türk devleti ile “barış”maya değil savaşmaya devam edeceğiz…
Serdar Okan