Dünya tarihinin gördüğü en kapsamlı sömürgecilik projelerinden biri olan Siyonizm, 19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa’nın emperyalist güçlerinin desteğiyle filizlenmiş ve 20. yüzyılda Filistin topraklarında kanlı bir işgal rejimine dönüşmüştür. Bugün İsrail adı altında varlığını sürdüren bu yapı, “vadedilmiş topraklar” miti üzerine inşa edilmiş bir “soykırım” makinesinden farksızdır. 2024 yılı itibarıyla Gazze’de yaşananlar, bu projenin ulaştığı en vahşet dolu aşamayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Siyonizmin ideolojik temellerini atan Theodor Herzl’in 1896’da yayımlanan “Yahudi Devleti” adlı eserinde sarf ettiği “Filistin’e yerleşmek için Avrupalı emperyalist güçlerin desteği şarttır” sözleri, bu hareketin başından beri bir sömürge projesi olduğunun en net itirafıdır. 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanan Birinci Siyonist Kongresi’nde çizilen yol haritası, görünüşte “barışçıl” bir Yahudi yurdu kurma planı gibi sunulsa da perde arkasında yerli halkın topraklarından zorla sürülmesini ve sistematik olarak imha edilmesini hedefleyen bir stratejiyi içeriyordu. Bu karanlık plan, 20. yüzyılın ilk yarısında adım adım uygulamaya konuldu ve Filistin halkı için büyük bir trajedinin başlangıcı oldu.
1948 yılı, Filistin halkının kolektif hafızasında “Nekbe” (Büyük Felaket) olarak yer eden kara bir lekedir. Siyonist terör çeteleri; Haganah, Irgun ve Stern, Deir Yassin Katliamında hamile kadınların karınlarının deşilmesi, çocukların duvarlara çarpılarak öldürülmesi gibi insanlık dışı vahşet örnekleri sergilediler. Bu katliamlar, 750 binden fazla Filistinlinin topraklarından koparılarak mülteci konumuna düşürülmesiyle sonuçlandı. 500’ü aşkın köy haritadan silindi, binlerce yıllık Filistin kültür mirası yok edildi. BM’nin 194 sayılı kararıyla tanınan “geri dönüş hakkı” ise bugüne kadar İsrail tarafından sistematik olarak ihlal edildi ve edilmeye devam ediyor.
1967’de patlak veren Altı Gün Savaşı, Siyonist projenin yeni ve daha saldırgan bir aşamaya geçişinin habercisi oldu. Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası’nın işgaliyle “Büyük İsrail” hayali için ilk somut adımlar atıldı. Bugün Batı Şeria’da 700 bini aşkın Yahudi yerleşimci, uluslararası hukuku açıkça hiçe sayarak Filistin topraklarını kolonize etmeye devam ediyor. Her yeni yerleşim birimi, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını daha da imkansız hale getiriyor. Tıpkı İbrahim Kaypakkaya’nın emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı mücadelesinde vurguladığı gibi ulusların kendi kaderini tayin hakkı, Filistin halkının en temel meşru hakkıdır. Ancak Siyonist işgal, bu hakkı gasbetmekle kalmıyor, Filistinlilerin varlığını bile yok sayan bir “apartheid rejimi” dayatıyor. İsrail’in inşa ettiği 720 kilometrelik Apartheid Duvarı ise Filistinlilerin hareket özgürlüğünü kısıtlayarak modern çağın en büyük insan hakları ihlallerinden birine imza atıyor.
Gazze Şeridi ise 2006’dan bu yana tarihin tanık olduğu en ağır insanlık dışı ablukalardan birine maruz bırakılıyor. 365 kilometrekarelik bu daracık alanda sıkıştırılan 2,3 milyon insan, dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşam mücadelesi veriyor. İsrail’in periyodik olarak gerçekleştirdiği katliamlar ise insanlık vicdanını derinden yaralıyor. 2008-2009’da 1.400’den fazla, 2014’te 2.200’ü aşkın (500’ü çocuk), 2021’de 260’dan fazla Filistinli katledildi. Ancak 7 Ekim 2023 sonrasında yaşananlar, tüm bu vahşeti gölgede bırakacak boyutlara ulaştı. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında 40 bini aşkın sivil öldürüldü, bunların büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşuyor. Hastaneler, okullar, camiler ve BM barınakları bilinçli olarak hedef alındı. BM’nin “insanlığa karşı suç” olarak nitelendirdiği bu katliam, Uluslararası Adalet Divanının önüne taşındı ancak Batılı güçlerin desteğiyle İsrail bu suçları işlemeye devam ediyor.
İsrail devleti, Güney Afrika’daki apartheid rejimini aratmayan ve hatta bazı açılardan onu gölgede bırakan bir ırkçılık sistemi inşa etmiştir. Filistinliler özel kimlik kartları taşımak zorunda bırakılıyor, Yahudi olmayanların toprak satın alma hakları yok sayılıyor, askeri kontrol noktalarında saatlerce bekletiliyorlar. Kudüs’te Müslümanların ibadet hakkı sistematik olarak engelleniyor, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar her geçen gün artarak devam ediyor. Siyonistlerin “Nil’den Fırat’a kadar Büyük İsrail” hayali, 21. yüzyılın en tehlikeli emperyalist yayılmacılık projelerinden biri olarak karşımızda duruyor.
Batı dünyasının ikiyüzlülüğü ise tüm çıplaklığıyla ortada. “İnsan hakları” ve “demokrasi” nutukları atan ABD ve Avrupa ülkeleri, İsrail’e her yıl milyarlarca dolarlık askeri yardım yapmaktan çekinmiyor. Batı medyası Filistinli çocukların ölümünü “çatışma” başlığı altında sunarken İsrail’in Nazi benzeri yöntemlerini görmezden geliyor. Gazze’yi devasa bir açık hava hapishanesine çeviren, nüfusunun yarısını çocuk olan bir halka karşı toplu imha politikaları uygulayan bu rejim, modern çağın en korkunç insanlık suçlarına imza atıyor.
Ancak Filistin halkı asla teslim olmuyor. Direniş, Jenin’in dar sokaklarında, Gazze’nin enkazları arasında, Batı Şeria’nın zeytinliklerinde her geçen gün daha da güçleniyor. İbrahim Kaypakkaya’nın da dediği gibi: “Ezilen halkların kurtuluşu, ancak emperyalizme ve iş birlikçilerine karşı silahlı mücadeleyle mümkündür!”
Dünya halkları da uyanıyor. Columbia Üniversitesinden Sorbonne’a, Londra’dan Cape Town’a kadar dünyanın dört bir yanında İsrail’e karşı protestolar yükseliyor. BDS (Boykot, Yatırımların Çekilmesi ve Yaptırımlar) hareketi Siyonizme ekonomik olarak darbe vuruyor. Tarih bize gösteriyor ki hiçbir sömürgeci proje sonsuza kadar ayakta kalamaz. Nasıl Güney Afrika’daki apartheid rejimi yıkıldıysa, Cezayir Fransız sömürgeciliğine karşı zafer kazandıysa Siyonist işgal de mutlaka tarihin çöplüğüne atılacaktır.
Son söz olarak şunu belirtmeliyiz: Siyonizm, 21. yüzyılın en büyük insanlık suçlarından birinin adıdır. Filistin halkının direnişi ise tüm mazlum halklara ilham vermeye, emperyalizme karşı mücadelede bir umut ışığı olmaya devam edecektir. Çünkü tarih bize şunu öğretmiştir: Hiçbir zulüm sonsuza kadar sürmez ve ezilenlerin mücadelesi mutlaka zaferle taçlanır!
Dünya Sokaklarında Yükselen Adalet Çığlığı ve Baskı Rejimleri
Filistin halkına yönelik soykırıma karşı küresel öfke, tüm dünyada sokaklara taşarken sözde “demokratik” rejimler, İsrail zulmünü alkışlayan politikalarını polis terörüyle korumaya çalışıyor.
ABD’de;
– Columbia Üniversitesinde barışçıl kamp kuran öğrenciler, SWAT ekipleri tarafından kelepçelenerek gözaltına alındı.
– New York’ta “Gazze’ye yardım” diyen 70 yaşındaki Filistinli bir mülteci kadın, polis tarafından yere atılarak dövüldü. Los Angeles’ta İsrail Konsolosluğu önünde toplanan göstericilere plastik mermi ve göz yaşartıcı gazla acımasız bir saldırı düzenlendi.
Avrupa’da;
– Fransa’da polis, Kızılhaç bayraklı insani yardım konvoyuna biber gazı ve coplarla saldırdı. 2024’te 132 Filistin yanlısı gösteri yasaklandı, 3.600’den fazla kişi gözaltına alındı. Paris’te “Çocukları Öldürmeyin” pankartı açan bir grup, polis tarafından köpeklerle kovalandı,
– Almanya’da Berlin’de başörtülü kadınlar “antisemitizm” suçlamasıyla karakollara götürüldü. Hamburg’da bir cami önündeki barışçıl oturma eylemine zırhlı araçlarla müdahale edildi,
– İngiltere’de Londra’da “Ateşkes Şimdi” diyen yaşlı kadınlar, polis tarafından zorla gözaltı araçlarına tıkıldı. Manchester’da Filistin bayrağı taşıyan bir grup öğrenci, “halkı kışkırtmak” suçlamasıyla tutuklandı.
Türkiye’de;
– İstanbul’da İsrail Konsolosluğu önünde toplanan kalabalığa aşırı güç kullanılarak müdahale edildi. “Katil İsrail” sloganı atan göstericiler, polis tarafından plastik mermi ve coplarla dağıtıldı,
– Ankara’da bir üniversitede düzenlenen Filistin paneli, rektörlük emriyle polis zoruyla engellendi. Öğrenciler, kampüs içinde “terör propagandası” iddiasıyla gözaltına alındı,
– İzmir’de “Çocuk Katilleri” yazılı pankart açan bir grup, polis tarafından sert şekilde müdahale edilerek gözaltına alındı.
Orta Doğu ve Diğer Bölgelerde;
– Mısır’da Gazze’ye insani yardım talebiyle Sina sınırında toplanan aktivistler, askerler tarafından şiddetle bastırıldı,
– Endonezya’da ABD Büyükelçiliği önündeki protestolarda polis göstericilere tazyikli su ve ses bombalarıyla saldırdı,
– Güney Afrika’da Cape Town’da İsrail bayrağı yakmak isteyen bir grup, polis tarafından coplarla engellendi.
Bu baskılar, Siyonist katliamlarını sorgulayan her sesin susturulmaya çalışıldığını gösteriyor. Ancak Filistin davası, artık dünya halklarının vicdanında yer edinmiş durumda. Polis şiddeti ne kadar artarsa artsın, adalet talebi daha da güçlenerek büyüyor.
Yaşasın Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı!
Kahrolsun Siyonizm!
Yaşasın Filistin Direnişi!
Emperyalizm ve işgal yenilecek, halklar kazanacak!
Şiyar Mercan
* Bu yazı ilk olarak Öncü Partizan’da yayımlanmıştır.